EŞ’ÂRİLİK

                  Mutezilîlerin fıkıh ve hadis âlimlerine karşı giriştikleri hücum şiddetlenmişti. Bunların hücumlarından ne bir tanınan fıkıh âlimi, ne de meşhur bir muhaddis kurtulabilmişti. Bu sebeple insanlar Mutezililerden nefret etmişlerdi ve bunların adları belâ ve musibetlerle anılırdı. Gitgide düşmanlık daha da kökleşmişti. Yüzyılın sonlarına doğru ortaya gayret ve metanetleri ile seçilen iki âlim zât çıktı. Bunlardan biri Basra’da ortaya çıkan Ebu el-Hasen el-Eş’arî, diğeri ise Semerkant’da bulunan Ebu Mansur el-Mâtûridî idi, İmam-ı Eş’arî ile İmam-ı Mâtûridi’nin Mutezile mez­hebine yakın ve uzak olma derecelerine göre aralarında ihtilaf bulun­masına rağmen, bunların her ikisi de Mutezileye karşı çıkmakta tam bir ittifak içinde idi.

 İmam-ı Eş’ari H, 280 da M. 873) Basra’da doğdu. H. 330 küsurda M. 935) vefat etti. İmam-ı Eş’ari  kelâmı Mutezilerden tahsil etti. Onun devrindeki Mutezili hocası Ebu Ali el-Cübbâİ’-ye talebelik yaptı. İmam-ı Eş’ari konuşmasını çok iyi bildiği ve yaşlı bir kimse olduğu için, hocasının yerine kendisi tartışmaları yürü­türdü.

           İmam-ı Eş’ari, Mutezilîlerin sofralarından gıdalanması ve düşün­ce ürünlerinden faydalanmasına rağmen, Mutezilîlerden düşünce ba­kımından uzaklaşmaya karar verdi. Fıkıh ve hadis âlimlerinin gö­rüşlerine meyletti, halbuki Eş’arî fıkıh ve hadis âlimlerinin meclisle­rinde bulunmamış ve akaîd ilmini bunların metoduyla okumamıştı. İşte bu nedenle İmam-ı Eş’arî belirli bir süre evinden dışarı çıkmadı. Mutezile ve ehl-i sünnet fırkalarının delillerini karşılaştırdı. Netice­de belirli bir görüşe vardı, bunun üzerine evinden dışarı çıktı. İn­sanları bir araya toplanmaya çağırdı, cum’a günü Basra şehrinde bulunan «el-Mescid el-Câm» adlı caminin minberine çıktı ve insan­lara şunları söyledi:

— Ey insanlar! Şüphesiz ki beni tanıyan tanımıştır, tanımaya­na ise şimdi kendimi tanıtacağım. Ben filan oğlu filanım. Kur’an-ı Kerim’in mahluk olduğunu, Allah’u Tealâ’mn âhiretde gözle görü­lemeyeceğini, kötü fiillerin benim gibi kullar tarafından yapıldığım söylerdim. Şimdi ise ben tevbe ettim, kesinlikle vaz geçtim. Mutezililere karşı çıkmaya ve onların rezilliklerini ortaya koymaya karar verdim.

Ey insanlar topluluğu! Bu müddet zarfında sizin gözünüzden kayboldum. Çünkü ben delilleri inceliyordum, bana göre deliller birbirine denk geldi ve bunlardan herhangi biri diğerine tercihe şayan olmadı. Bunun üzerine Allah’ü Tealâ’dan bana doğru yolu gös­termesini diledim. O da bana şu kitaplara yazdığın; itikadı ilham et­ti. Şu elbisemden soyunduğum gibi, şimdiye kadar inandığım eski şeylerden soyundum.» Eş’ari bunları söyledi ve üzerinde bulunan el­bisesini çıkardı, fıkıh ve hadis âlimlerinden oluşan ehl-i sünnet vel-cemaat yoluna göre yazdığı şeyleri insanlara dağıttı.

            Eş’arî «el-îbâne» adlı kitabının önsözünde kısaca mezhebini ve Mutezileye karşı tenkidlerini izah etmiştir. Kitabın önsözünde Al­lah’a ‘hamd ve senadan sonra şunlar zikredilmektedir: «Bundan son­ra… Mutezilîler ve Kadercilerden bir çoğu heva ve heveslerine uya­rak ileri gelenlerini ve geçmişlerini taklid etmeye girişmişlerdir. Bun­lar Kur’an-ı Kerîm’i kendi görüşlerine göre yorumlamışlardır. Bu görüşlerine dâir Allah’u Tealâ, ne bir delil indirmiş ne de onu açıkla­mıştır. Onlar bu görüşlerini ne âlemlerin Rabbi’nin Peygamberi olan Hz. Muhammed’den ve ne de selef-İ salibinden almışlardır…    Bun­lar, Allah’u Tealâ’nın, âhirette gözle görüleceğine dair sahabe-i kiram’ın Peygamber Efendimiz  (S.A.V.)’den rivayet ettiği hadis-i şe­riflere muhalefet etmişlerdir.   Halbuki bu rivayetler çeşitli yollarla gelmiş, bu husustaki nasslar mütevâtir derecesine ulaşmış ve haber­ler bolca intikal etmiştir.

Yine bunlar Resulullah (S.A.V.)’in şefaatini inkâr etmişler. Yine bunlar kabir azabını inkâr etmişler,. Halbuki bu hususta sahabe-i kiram ve tabiîn ittifak etmişlerdir. Keza bunlar, Kur’an-ı Kerim’in mahluk olduğuna inanmışlar, böylece «Bu sadece bir insan sözüdür.»[1] diyen mûşrîk kardeşlerinin benzeri bir söz söylemişlerdir. Bunlar, Kur’­an-ı Kerim’in insan sözü gibi olduğunu zannetmişlerdir.

Bu Mutezililer, kötü işlerin kullar tarafından yaratıldığına inan­mışlar ve isbat etmeye çalışmışlardır. Böylece iki yaratıcının bulun­duğunu bunlardan birinin hayrı, diğerinin ise şerri yarattığını iddia eden mecûsilerin inancına benzer bir söz söylemişlerdir.

Bunlar, Allah’u Tealâ’nın, olmayan bir şeyi dileyebileceğini ve di­lediği bir şeyinde olmayabileceğini zannetmişler, böylece bütün müslümanlarm —Allah’ın dilediği olur, dilemediği ise olmaz— şeklin­de üzerinde ittifak ettikleri inançlarına muhalefet etmişler   ve Al­lah’u Tealâ’nm şu âyet-i ceîilelerini reddetmişlerdir: «Allah dilemedikçe siz hiçbirşey dileyemezsiniz.»[2] «Eğer biz dileseydik mutlaka herkese hidâyet verirdik.»[3] «O dilediğini mutlaka yapandır.»[4]

Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi müstesna sizin dininize dönme­miz mümkün değildir.»[5]

            İşte bu sebeple Peygamber Efendimiz  (S.A.V.)    bunların İslâm ümmetinin mecûsileri olduklarını beyân ederek şöyle buyurmuştur:

«Her ümmetin bir mecûsîsi vardır, benim ümmetimin mecûsîleride kader yoktur diyenlerdir. Bunlar hastalandığında kendilerini ziyâret etmeyin, Öldüklerinde onların haklarında iyi şehâdette bulun­mayın ve onlarla karşılaştığınızda kendilerine selâm vermeyin.»[6] Evet bunlar Mecûsîlerin.inancı gibi bir itikad sahibi oldular. Sözleri Mecûsîlerin sözlerine benzedi. Şerrin ve hayrın ayrı ayrı birer yaratıcı­sı bulunduğunu zannettiler. Mecûsîlerin iddia ettiği gibi, bunlar da Allah’u Tealâ’nm dilemediği işlerin şer olduğunu zannettiler.

                     İmam Eş’arî, İmam Ahmed İbn-i Hanbel’in görüşlerini diriltmek için ortaya çıkmıştır. Çünkü Eş’arî, îmam Ahmed’in metodunu, kendisine metod kabul et­mektedir. Bu sebepledir ki Eş’arî, tercih ettiği îmam Ahmed îbn-i Hanbel’in metodu ile şunları” söylemiştir: îtikad hususunda kısaca görüşlerimiz şunlardan ibarettir: Allah Tealâ’ya, meleklere, kitap­lara, peygamberlere, Allah katından bize gelenlere, güvenilir zatla­rın, Resulullah (S.A.V.)’den naklettikleri şeylere iman ederiz. Bun­lardan herhangi birini reddetmeyiz. Yine Allah Tealâ’nm yalnız bir tek ilah olduğuna, hiçbir kimseye muhtaç olmadığına, O’ndan başka hiçbir ilah bulunmadığına, eş ve çocuk edinmediğine, Muhammed’in, O’nun kulu ve peygamberi olduuğna, cennet ve cehennemin hak oldu­ğuna, kıyametin mutlaka kopacağına, Allah Tealâ’nm, kabirlerde bulunanları mutlaka dirilteceğine iman ederiz.

              İmam Eş’arî’nin mezhebi, Mutezilîlerle ihtilaf eden fıkıh ve ha­dis âlimlerinin görüşlerine uygundur. Eş’ari, nasslarnı mutlaka za­hirini alır. Herhangi bir tevile başvurmaz. Eş’ari’nin mezhebi, heva. ve heveslerine uyanların görüşlerinden kesinlikle uzaktır. Aslında İmam Eş’arî’nin görüşleri, ifrat ve tefritten uzak, orta yolu tutan gö­rüşlerdir. Onun görüşleri, aşın gidenlerle inkâr edenler arasında orta bir görüştür. Tartışmalarda aşırı uçları teşkil eden Mutezile, Haşviye ve Cebriyenin ortasında bir yol tutmuştur.

a) Eş’ari’nin, Allah Tealâ’nm sıfatları hakkındaki görüşü, Mu­tezile ve Cüheymiyye ile Haşviye ve Mücessime arasında orta bir yol tutmuştur

İmam Eş’arî , Kur’an-ı Kerîm ve sünneti seniyyede zikredilen Allah’ın bütün sıfatlarının varlığım kabul etmiş, bunların, Allah’ın zatına yakışan sıfatlar olduğuna ve yaratılanlardaki sıfatlara asla benzemediklerine karar vermiştir.

b) Eş’arî’nin, Allah Tealâ’nın kudreti ve insanın fiilleri hakkın­daki görüşü de Cebriye ile Mutezile arasında orta bir görüştür.

Eş’arî , «İnsanın bir şeyi icadetmeye gücü yetmez ama, kazan­ma kudreti vardır» demiştir.

c) Kıyamet gününde, Allah Tealâ’nın görülmesi hususunda da Mutezile  ve Müşebbihe fırkası , Allah Tealâ’nın âhirette belirli bir şekil­de görüleceğini iddia etmişlerdir.

İmam Eş’arî ise, orta yolu tutarak «Allah Tealâ’nm, kıyamette, herhangi bir şekle girmeyerek ve herhangi bir sınır tayin edilmeye­rek görülmeyeceğini söylemiştir.»

d)   Kur’an-ı Kerîm hakkında Mutezile Kur’an mahluktur. demiştir. Eş’arî ise, yine orta yolu tutmuş ve şunları söylemiştir: «Kur’an, Allanın kelamıdır, asla değişmez. Mahluk de­ğildir. Sonradan meydana gelmemiş ve icadedilmemiştir.

e) Büyük günah işleyen kimse hakkında Mutezile, iman ve itaatiyle beraber, günahlarından tevbe etmezse, cehennemden ebediyyen çıkamaz demiştir.

İmam Eş’ari, bu hususta da orta yolu seçmiş ve şöyle demiştir: «Allah’ı birleyen ve doğru yoldan ayrılan günahkâr bir mü’min, Allah’ın iradesine havale edilmiştir. Allah, dilerse onu affedip cennetine koyar, dilerse, yoldan çıkmasından dolayı onu cezalandırır, fa­kat daha sonra yine cennetine koyar.»

              Eş’ari, aklî delilleri, hiçbir zaman, nakli delillerden üstün saya­rak onları tevile kalkışmaz veya zahirlerinden uzaklaştırmak iste­mez. Bilakis o, aklî delilleri nakli delillere hizmetçi olarak kullanır.

Eş’arî, bu hususta felsefî kaziyelerden mantıkçıların ve felsefe­cilerin daldıkları aklî meselelerden istifade etmiştir. İmam Eş’ari’nin, nakli deliller yanında aklî metodu da işletmiştir..

Eş’ârîyye ekolünün genel görüşlerine gelince; Bunları bir fikir vermesi açısından ana hatlarıyla şöyle sıralanabilir: 1. Ma’rifetullah, 2. Nübüvvet, 3. Cüzi İrade, 4. Kesb, 5. Husn ve Kubh, 6. Tekvin, 7. Sebep ve Hikmet, 8. Güç Yetirilemeyen Şeyle Teklif, 9. İbadet Mükellefiyeti, 10. İrtidad, 11 . Kelâm-ı Nefsı, 12. Kur’an-ı Kerîm, 13. Ezelde Ma’dûma Hitab, 14. Tevbe-i Ye’s, 15. Şefaat, 16. Rü’yet:

İmam Eş’ari’den Sonra Eş’arî Mezhebi

              Eş’arî mezhebinin taraftarları pek çoktu. Eş’arî mezhebi, Irak ve Irak’ın batısında ehl-i sünnet veî cemaat mezhebi sayılmıştı. Da­ha sonra ortaya güçlü âlimler çıktı. Eş’arî’nin görüşlerini daha da kuvvetlendirdiler. Bazıları, Eş’arî’nin görüşlerine aşırı bir şekilde bağlandı. Öyle ki, sadece Eş’arî’nin varmış olduğu neticeleri Kabul­lenmekle kalmayıp, Eş’ari’nin neticelere varmak için sevkettiği ön­sözlere bile sımsıkı bağlı kaldılar. Eş’arî’nin, hem vardığı neticelere, hem de neticelere ulaşmak için zikrettiği mukaddimelere tâbi olma­nın vâcib olduğunu söylediler. Bu guruptan olan âlimlerin önde ge­lenleri şuhlardır.

a) H. 403 M. 1013 de vefat eden Ebu Bekir el-Bakıllânî. Bu zat, büyük bir âlimdi. Eş’ari’nin araştırmalarını süzgeçten geçirdi. İlm-i kelâmın aklî delillerinin mukaddimelerinden bahsetti. Cevher ve ârâz hakkında konuştu.

b) M. 1059’da doğan ve M. 111, Hicrî 505 de vefat eden îmanı Gazali, Bakillânî’den sonra gelmiş, fakat tam olarak onun yolunda yürümemiş ve onun davet ettiği şeylere davet etmemiştir. Bilakis Gazali, delil getirmede, Bakillânfye muhalefet etmenin, varılacak aynı neticeleri iptal etmeyeceğini, dinin, belirli kişilerin değil, bütün insanlann akıllarına hitabettiğini, insanların, kitap ve sünnette zik­redilenlere iman etme mecburiyetinde ve onları diledikleri delillerle kuvvetlendirenime hürriyetine sahip olduklarını söyletmiştir.

               Eş’ârî’den sonra bu ekole mensup olarak, ortaya atılan fikirleri geliştiren âlimler arasında bu iki alim dışında şunları  saymak mümkündür: İmâmu’l-Haremeyn Cüveynî (478/1085-86); Şehristânî (548/1153-54); Fahru’d-din Râzı (606/1209-10); Sayfullah Âmidî (631/1233-34); Beydâvî (685/1286 -87); Sa’dud-din Teftâzânî (793/139091); Seyyid Şerif Cürcânî (816/141314); Celâlu’d-din Devvânı(908/1502503).


1 Kur’an-ı Kerîm Müddessir, 25

 2 Kur’an-ı Kerîm însan, 30. âyet

3 Kur’an-ı Kerîm Secde, 13. âyet

4 Kur’an-i Kerîm Buruç, 16. âyet

 5 Kur’an-ı Kerîm A’raf, 89. âyet

 6 İbn. Mâce Kit. Mukaddime bab. 10 Müsned İmam-ı Ahmed c. 2 sh. 86.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir