İmamı Azam Ebu Hanife

Takvası, Siyasi Duruşu,Fıkıh Meclisleri, Hocaları Görüştüğü sahabiler,Fıkıh Akademisi, Çözdüğü Meseleler, İçtihat Usulü, Hanefilıkte Nakil Ve Tedvin


Adı, Numan’dır… Sabit b. Zûta’nın oğludur… Asıl itibariyle “Numan”, vücuda hayat veren kan demek. İmam-ı Azam’ın (r.a.) “Numan” adını almasına daha sonra üstleneceği vazife itibariyle bakıldığında görülmektedir ki O, fıkhın büyük üstadı olması hasebiyle vücuttaki kan gibidir. 

Künyesi:
Künyesi, Ebu Hanîfe’dir. Künye, “Hak dine meyleden kişi” anlamına gelen “Hanîf” kelimesinin müennes formudur.

Doğumu ve ilk Yılları:

            Ebû Hanife, Kûfe’de hicrî 80 yılında doğdu. Numân ve ailesinin Arap olmadığı kesindir; onun Farisi veya Türk olduğu şeklinde değişik görüşler vardır. Dedesi Zûta, Teym b. Sa’lebeoğulları kabilesinin âzatlısı olup, Hz. Ali zamanında Kâbil’den Kûfe’ye gelerek; orada yerleşti. Zûta’nın oğlu Sâbit de Kûfe’de ipek ve yün kumaş ticaretiyle uğraştı. İslâm’ın hâkim olduğu bir ortamda yetişen Numân b. Sâbit küçük yaşta Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzetti. Kırâatı, yedi kurrâdan biri olarak tanınan İmam Âsım’dan aldığı rivâyet edilir (İbn Hacer Heytemî, Hayratu’l Hisan, 265) Numân gençliğini ticaretle geçirdikten sonra İmam Şa’bî (20/104)’nin tavsiye ve desteğiyle öğrenimine devam etti. Arapça, edebiyat, sarf ve nahiv, şiir öğrendi.                   Yetiştiği Kûfe şehri ve bütün Irak bölgesi müslim-gayrimüslim birçok düşüncenin, itikâdı fırkaların bulunduğu, itikadla ilgili ateşli tartışmaların yapıldığı rey ehlinin yerleştiği bir şehirdi. Dindar bir ailede yetişen Ebû Hanife’nin de bu itikâdı tartışmalara zaman zaman katıldığı kuvvetle muhtemeldir. Ebû Hanife, Şa’bî’nin kendisini ilme teşvikini şöyle anlatmaktadır: “Günün birinde Şa’bî’nin yanından geçiyordum. Beni çağırdı ve bana, ‘Nereye devam ediyorsun?’ dedi. Ben de, ‘Çarşı pazara’ dedim. O, ‘Maksadım o değil, ulemâdan kimin dersine devam ediyorsun?’ dedi. Ben, ‘Hiçbirinin’ diye cevap verince Şa’bî, ‘İlmi ve ulemâ ile görüşmeyi sakın ihmal etme. Ben senin uyanık ve aktif bir genç olduğunu görüyorum’ dedi. Onun bu sözü benim içimde iyi bir etki yaptı. Ticareti bıraktım, ilim yolunu tuttum. Allah’ın inâyetiyle Şa’bî’nin sözünün bana çok faydası oldu.” Kendisinin de belirttiği gibi Şa’bî’nin bu tavsiyesi onun için bir dönüm noktası olmuştur. Bundan böyle ticaret işini ortağı Hafs b. Abdurrahman’a devredecek, ara-sıra dükkânına uğrayacak, asıl işi ilim meclislerine devam etmek olacaktır. O zaman Numan henüz yirmiiki yaşındadır (Muhammed Ebû Zehra, Ebû Hanife, Çev.: Osman Keskioğlu. İstanbul 1970. 43).

Takvası:
            Ebu Hanife (r.a.), zahit, muttaki, abid bir müçtehitti. Yahya el-Kattan diyor ki; “İmam-ı Azam’ın (r.a.) yüzüne bakıldığında Allah’tan korktuğu anlaşılırdı.” Haram işleme endişesi Onu eritir-bitirirdi. Şüphe endişesiyle bir çok helali terk etmişti.
Kûfe’nin koyunlarına, gasp edilen bir koyun karıştığı zaman konunun uzmanlarına “Bir koyunun ortalama kaç yıl yaşadığını” sordu. Yedi yıl cevabını alınca tam 7 yıl koyun eti yemedi. Takvası, fetvasına da hakimdi. “İfta”yı zaruret gördüğünden yapmaktaydı. Nitekim şöyle demektedir: “Eğer ilmin yok olmasından korkmasaydım kimseye fetva vermezdim. Fetva, insanlar için selamet olurken bana ciddi manada sorumluluk yüklemektedir.”
           Yaşadığı devrin devlet adamları, hakkaniyete riayet etmediklerinden onların gönderdiği hediyeleri kabul etmezdi. Hapsedildiği günler oğlu Hammad’a şu meyanda bir haber göndermişti: “Yavrum! Aylık gıda harcamam, biri bulamaç, biri de ekmek için olmak üzere iki dirhemdir. Hükümetin bütçesinden yemek zorunda kalmamam için bu parayı bana göndermede acele et’’. Teklif edilen kadılığı ve hazine bakanlığını reddetmesinin nedeni Allah korkusuydu. Halka zulmeden idareler altında İslam’a göre hükmedememekten endişe ettiğinden dolayı memurluğu kabul etmekten imtina etti. Ahirette verilecek cezadansa dünyadaki ezayı tercih etti.

Sadaka-Hediye Telakkisi:

            Ebu Hanife (r.a.) malı sanki tasadduk etmek için kazanırdı. Ebu Yusuf (r.a.) onun cömertliğini anlatırken şöyle der: “Kendisinden bir şey istenir istenmez onu hemen karşılardı.
Asrının tanıkları, Ebu Hanife kadar cömert başka biriyle karşılaşmadıklarını söylerler. İnfak ederken insanların şahsiyetlerini yaralamamaya özen gösterirdi. Meclisinde oturan birine para verecekse, herkes dağılıncaya kadar ona oturmasını emreder, huzurda kimse kalmayınca tasaddukta bulunurdu. Hasan b. Ziyad naklediyor: “Ebu Hanife, onunla aynı meclisi paylaşan birinin üzerinde eski-püskü elbiseler gördü. Diğer insanlar ayrılıp gidinceye kadar adama oturmasını emretti. Herkes ayrıldı, adam tek kaldı; Ebu Hanife, seccadeyi kaldırıp altındakini almasını söyledi. Adam, seccadeyi kaldırdı altında tam bin dirhem vardı. Buyurdu ki: “Bu parayı al, onunla kıyafetlerini yenile.” Eğer sadakayı evlere ulaştıracaksa gece havanın kararmasını, insanların istirahate çekilmesini bekler, tanınmaması için de yüzünü gözünü sarar, sırtında taşıdığı nevaleyi önceden tespit ettiği evlere bırakır-dönerdi. Eğer yardım edeceği kişiler ilim ehli iseler buna ayrı bir özen gösterirdi. Bu noktada Kays b. Rebi’ şunları nakletmektedir: “Ebu Hanife (r.a.) Bağdat’a ticaret mallarını gönderir, karşılığında ise değişik şeyler satın alır, Kûfe’ye getirtirdi. Bir yıl içinde bu mal transferinden biriken kârları toplar, onunla alimlerin yiyecek, giyecek gibi bütün ihtiyaçlarını satın alır, sonra kârdan geri kalan bakiyeyi ihtiyaç malları ile birlikte alimlere gönderirdi. Onlar hediyeyi kabul ederken eziklik hissetmesin diye şöyle derdi: “Parayı ihtiyaçlarınızı karşılamak için harcayın. Karşılığında ise sadece Allah Teala’ya hamd edin. Ben size malımdan değil, Allah Teala’nın sizin hakkınızda bana ihsan ettiği şeyden veriyorum. Bunlar Ebu Hanife’nin eli vesile kılınarak sizin ticari mallarınızdan doğan kârlardır. Devlet adamlarının gönderdiği hediyeleri kabul etmezdi. İnsanlar kendisine hediye verdiğinde ise Sünnet’i ihlal etmemek için kabul eder fakat karşılığında kat kat ihsanda bulunurdu

İbadet Hayatı :

            Ebu Hanife (r.a.) çok ibadet ederdi. Kûfe dahil civardaki bütün şehirlerde Onun gece boyu namaz kıldığı dilden dile dolaşmaktaydı. Muhammed el-Leysi, Kûfe’ye gelip halka “şehrin en abidi kimdir?” diye sorduğunda insanlar onu Ebu Hanife’ye yönlendirmişlerdi. El-Leysi yaşlılığında tekrar Kûfe’ye gidip halka “Şehrin en fakihi kimdir?” diye sorduğunda yine kendisine Ebu Hanife gösterilmişti. Süfyan b. Uyeyne diyor ki; “Bizim yaşadığımız dönemde Mekke’ye Ebu Hanife’den daha fazla namaz kılan kimse gelmedi.”  İmam-ı Azam (r.a.) geceleri uyumazdı. Namaz, dua ve yakarış ile meşgul olurdu. Kırk yıl, yatsının abdestiyle sabah namazını kıldı. (Yani uyumayarak geceleri ihya etti.) Ebu Yusuf bu noktada şöyle bir nakilde bulunmaktadır: “İmam-ı Azam ile birlikte yürürken, iki kişiden birinin diğerine ‘Bu Ebu Hanife, gece hiç uyumaz.’ dediğini işitince bana; ‘Hakkımda yapmadığım bir şeyden bahsetmiyor.’dedi. Ebu Hanife (r.a.) gece boyu kıldığı namazlarda Kur’an’ın tamamını bir rekatta hatmederdi. Ebu Hanife (r.a.) Kur’an-ı Kerim okurken ayetler ruhunda hafakanlar oluşturur, yüksek sesle ağlardı. Bir gece namazda “Allah bize lutfetti de bizi vücudun içine işleyen azaptan korudu.”  ayetini  kıraat ederken dili takıldı, müezzin sabah ezanını okuyana kadar aynı yeri tekrar etti. Yine bir yatsı sonrası kıldığı namazda “Bilakis kıyamet onlara vaat edilen asıl saattir ve o saat daha belalı ve daha acıdır.” ayetine ulaştığında daha ileriye gidemedi ve sabaha kadar ağlayarak aynı ayeti okudu.

           Ebu Hanife (r.a.) bütün zamanlarını ibadete göre ayarlamıştı. Gündüzleri belli bir miktar uyur geri kalan vakitlerini ders ve ibadetle doldururdu.

Siyasi Duruşu:

          Ebu Hanife (r.a.) hayatının 52 yılını Emevi, 18 yılını da Abbasi idaresi altında geçirdi. İki İslam devleti gördü. Ne var ki ikisi de Ona zulmetti.  Ebu Hanife (r.a.) hayatının hiçbir döneminde zalimlere dost olmadı. Emevilere baş kaldıran Hz. Ali (r.a.) neslinin yanında yer aldı. Onları, Abbasilere karşı olan mücadelelerinde de destekledi. Zeyd b. Ali’nin hicri 121 yılında Hişam b. Abdi’l-Melik’e karşı başlattığı ayaklanmayı Allah Resulü’nün (s.a.v.) Bedir’deki çıkışına benzetti. Kendisine niçin fiili olarak Zeyd b. Ali’nin yanında yer almadığı sorulduğunda ise, şöyle dedi: “Yanımda insanlara ait emanetler vardı. İbn Ebi Leyla’ya onları almasını teklif ettim, fakat kabul etmedi. O halde bilinmeyen bir yerde ölüp emanetlerin zayi olmasından korktum.” Yine rivayet edilir ki, İmam Azam (r.a.) benzer bir soruya; “İnsanların onu ataları gibi yalnız bırakmayacaklarına kanaat getirseydim mutlaka onunla birlikte cihat ederdim. Çünkü O, müminlerin gerçek imamıdır. Fiili olarak olmasa da malımla ona yardım ettim.

           Ebu Hanife Emeviler’in İslam’ı temsil hakkına sahip olmadıklarına kesin bir şekilde inandığından onlara baş kaldıranları mali açıdan destekledi. Fakat gerek yukarıdaki gerekçeler gerekse de ehl-i hakkın başkaldırıda başarılı olamayıp Müslüman kanı akıtılmasına sebep olacağını bildiğinden fiili olarak bu nevi oluşumların içerisinde yer almadı. 

            Emevilere karşı yapılan başkaldırılara netice itibariyle bakıldığında Ebu Hanife’nin ne derece feraset sahibi olduğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim Zeyd b. Ali 122’de, oğlu Yahya 125’de, Yahya’nın oğlu Abdullah da 130 yılında Emeviler tarafından şehit edilmiştir.

Kelam Halkaları:

           Ebu Hanife (r.a.) tahsile başlayacağı sırada bütün ilimleri göz ününe aldı ve her birini ayrı ayrı tahsil etti. İlk olarak “alet ilimleri”nin en önemlilerinden biri olan “Nahiv” ile ilgilendi. Sırasıyla diğerlerini de ikmal etti. Bu alanda iyi bir seviyeye gelince gaye ilimlerinin okutulduğu ders halkalarına katıldı. O yıllar itibariyle Kûfe mescitlerinde üç çeşit ilim halkası faaliyet göstermekte idi:

  • Akait ile alakalı temel meselelerin müzakere edildiği ve çeşitli fırka mensuplarının katıldığı Kelam meclisleri.
  • Hadis müzakerelerinin yapıldığı ve rivayet kriterlerinin konuşulduğu hadis meclisleri.
  • Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkarma ameliyesinin yapıldığı ve fetvalarının verildiği fıkıh meclisleri.

             Ebu Hanife’nin (r.a.) bütün mesaisini ilme adadığı yıllarda Kûfe’de yoğun bir şekilde itikadi tartışmalar yaşanmakta idi. Müslümanlar hem kendi aralarında hem de zındıklarla tartışıyorlardı. Ebu Hanife şartların etkisi ile kelam meclislerini tercih etti. Öyle ki kelam ilminde parmakla gösterilecek bir konuma ulaştı. Basra’da Kelam’la alakalı ciddi münazaraların akdedilmesi ve farklı fırka mümessillerinin orada olması ilgisini çekti. Yirmi küsür defa Basra’ya gitti. Bunun için bir yıl kadar Basra’da ikamet etti. O yıllar itibariyle kelamı en üstün ilim addetmekte idi. Zamanla bakış açısında ciddi değişmeler oldu. Şöyle düşündü: “Allah Resulü’nün (s.a.v.) ashabı ve tabiun bizim bildiğimiz her meseleye vakıftı. İlmi meselelerde daha fazla bir kudrete ve müktesebata sahiptiler. Fakat kelami tartışmalara dalmadılar. Bilakis bundan geri durdular ve yapılmasını şiddetle nehyettiler. Onlar, şeriatla alakalı konuları fıkhi meseleleri konuştular. Bunun için meclisler akdettiler. Bu tür derslerde hazır bulundular. İnsanları şeriatın esasını öğrenmeye çağırdılar. Fetva verdiler, fetva aldılar.” Fakat kelami tartışmalarda taraf olmadılar. Bu fotoğraf gözünün önünde canlandıkça Kelam’a karşı soğukluk hissetmeye başladı.

Fıkıh Meclisleri:

            Ebu Hanife’nin zamanla fıkha karşı ise ilgisi arttı. Kelam meclislerinde üstadlığı bırakıp fıkıh halkalarında talebe olmayı tercih etti. Züfer b. Hüzeyl Ebu Hanife’nin (r.a.) fıkhı tercih etmesine neden olan hadiseyi anlatırken şunları nakleder: “Mescitte fıkıh dersleri okutan Hammad b. Ebi Süleyman’ın yakınında oturur kelam dersleri okuturdum. Bir gün yanıma bir kadın gelip; “Adamın cariye bir hanımı var. Sünnet’e uygun bir şekilde onu boşamak istiyor. Kaç talakla boşamalıdır?” şeklinde bir soru sordu. Cevabını bilemeyince suali Hammad’a sormasını, sonra da gelip Onun cevabını bana bildirmesini söyledim. Kadın Hammad’a sordu; O da şu şekilde cevap verdi: “Temizlik halinde ve cinsel ilişkiye girmeden onu bir talakla boşar, sonra ona yaklaşmaz ta ki kadın iki hayız dönemi geçirir ve ardından gusül abdesti alır. Bu durumda kadının evlenmesi helal olur.” Kadın dönüp bana Hammad’ın fetvasını nakletti. Bunun üzerine “Kelamla uğraşmaya değmez” dedim; Ayakkabılarımı alıp Hammad’ın meclisine gittim. Onu dikkatle dinleyip açıklamalarını ezberledim. Konuları en iyi ben kavrardım. Bu yüzden talebelerine; ‘Derste halkanın baş tarafında benim yanımda Ebu Hanife’den başkası oturmayacak’” demişti.

 Hocaları:
           Ebu Hanife (r.a.) ilimle olan münasebetini anlatırken şöyle demektedir: “Ben ilim ve fıkıh ocağı Kûfe’de yetiştim. Ulema meclisine oturdum. Özellikle bir büyük fakihin dersine sürekli katıldım.”  Ebu Hanife’nin (r.a.) dersini aksatmadığı fakih Hz. Ali ile İbn Mes’ud’un fıkhına varis olan Hammad b. Ebî Süleyman’dır.  O (r.a.), 18 yıl Hammad b. Ebî Süleyman’ın derslerine devam etti. Ebu Hanife’nin (r.a.) uzun yıllar ders halkasına iştirak ettiği Hammad’a fart-ı muhabbeti vardı. Ölene kadar birlikte olduğu hocasını ahirete irtihal ettikten sonra da hiç unutmadı. Kıldığı her namazdan sonra anne babası ile birlikte Hammad için de istiğfar etti. Sadace Hammad için değil ders okuduğu ve okuttuğu herkes için de dua ederdi.

         Ebu Hanife (r.a) Hammad’ın dışında daha bir çok alimden istifade etti. Ebu Hafs hocalarını sayı itibariyle kıymetlendirirken 4 bin rakamından bahseder. Bazı biyografi yazarları ise bu sayının sadece tabiinden olan hocalarını ifade ettiğini söylerler.  Bu rakam hiç de mübalağa değildir. Çünkü Ebu Hanife (r.a.) 55 defa hacca gitmiştir. Her hac mevsiminde İslam dünyasından çok sayıda müfessir, muhaddis ve fukahanın Harameyn’de bir araya geldiği muhakkaktır. Buna göre Ebu Hanife (r.a.) her bir haccında yetmiş alimle görüşüp onlardan Kitap ve Sünnet’in bilgisini alsa sadece hac süresince ders aldığı alimlerin sayısı dört bine yaklaşır.

        O (r.a.) hac ibadeti dışında Emevilerin Irak Valisi İbn Hubeyre’nin zulmünden kurtulup Mekke’ye iltica etmesinden (h. 130)  Ebu Cafer el-Mansur’un saltanatı devralmasına kadar olan süreçte de Mekke’de ikamet etti. Ebu Cafer hicri 137 yılında sultan olduğuna göre, İmam-ı Azam Hazretleri Mekke’de yedi yıla yakın bir zaman kaldı  demektir. Bu zaman zarfında;

  • Abdullah b. Abbas’ın (r.a.) talebesi Ata b. Ebi Rabah,
  • İbn Abbas’ın mevlası İkrime,
  • İbn Ömer’in talebesi Nafi’nin   ders halkalarına iştirak etti.

           Kûfe ve Mekke Ebu Hanife’nin (r.a.) ilim tahsil ettiği iki ana merkezdir. İlkinde İbn Mes’ud’un (r.a.) ilmine, ikincisinde ise İbn Abbas (r.a.) ve İbn Ömer’in (r.a.) ilmine varis oldu.

Görüştüğü sahabiler:

           Ebu Hanife’nin (r.a.) kendileri ile görüşüp onlardan hadis rivayet ettiği bir çok sahabi vardır. Onlarla görüşmesinin kronolojik açıdan imkanını şu şekilde tahlil edebiliriz:

1.      Enes b. Malik: Enes b. Malik’in (r.a.) vefat tarihi ile alakalı üç farklı rivayet vardır. Bunlar sırasıyla hicri 91, 92 ve 93 yıllarıdır.  Ebu Hanife’nin (r.a.) doğumu ise 80’dir. Bu durumda Enes b. Malik’in vefatıyla alakalı en erken tarih muteber kabul edilse dahi yine Ebu Hanife’nin Onunla görüşmesine mani bir durum söz konusu değildir.

2.      Abdullah b. Cezi ez-Zebidi(Zübeydi) (r.a.): Ebu Hanife (r.a.) hicri 96 yılında 16 yaşında iken babası ile birlikte yaptığı hac ibadeti esnasında akdettiği hadis halkasında Allah Resulü’nden işittiklerini rivayet eden Abdullah’ı (r.a.) görmüştür. Abdullah (r.a.), hicri 97 yılında ahirete irtihal etmiştir.

3.      Abdullah b. Ebi Evfa (r.a.): Hicri 87 yılında vefat eden Abdullah’ı (r.a.) Ebu Hanife (r.a.) son defa gördüğünde 7 yaşında idi.

4.      Abdullah b. Uneys (r.a.): Hicri 94 yılında Kûfe’ye gelen Abdullah (r.a.) ile Ebu Hanife (r.a.) karşılaştığında O 14 yaşında idi. İmam-ı Azam Abdullah’tan (r.a.) hadis dinlediğini bildirmektedir.

5.      Vasile b. el-Eska’ (r.a.): Ebu Hanife 85 yılında vefat eden Vasile (r.a.) ile (r.a.) görüştüğünde 5 yaşında idi.

6.      Ebu’t-Tufeyl Amir b. Vasile: Ebu’t-Tufeyl (r.a.) en son vefat eden sahabidir. 102 yılında Mekke’de ahirete irtihal etmiştir.

Ders Okutmaya Başlaması:

             Ebu Hanife’nin (r.a.) derslerine devam ettiği Hammad, 120 yılında vefat edince Iraklılar onun yerini dolduracak bir halef arayışına girdiler. İlk olarak yerine oğlu İsmail’i geçirmek istediler. Fakat onda aradıklarını bulamadılar. Çünkü İsmail, fıkıhtan ziyade şiire ve Araplarla alakalı önemli olayları/hikayeleri öğrenmeye meyilli idi. Bu yüzden babasının meclisinden geri durdu. Hammad’ın ders halkasına Musa b. Ebi Kesir oturdu. Kûfeliler fıkıhta kabiliyeti olmayan Musa’nın büyük alimlerin meclislerinde bulunmasından dolayı bu görevi ifa edebileceğini düşünmüşlerdi. Fakat O, talepleri karşılayamadı.

            Musa hacca gidince Kûfeliler, yerine Ebu Hanife’nin geçmesi noktasında görüş birliğine vardırlar. O da vazifeyi kabul etti. Niçin kabul ettiği kendisine sorulduğunda ise şöyle demişti: “İlmin yok olmasına gönlüm razı olmadı.”

            Kûfeliler, Ebu Hanife’nin (r.a.) ders halkasına gidip gelmeye başlayınca her konuda onun meclisinde kapsamlı ilim olduğunu gördüler. Derslerine devam ettiler, sair ders meclislerine gitmeyi bıraktılar. Dinde alim oluncaya kadar Onun yanında merhale merhale yetiştiler.
           Günler ilerledikçe Ebu Hanife’nin (r.a.) ilim ve dehası daha iyi idrak edildi. Şöhreti Kûfe sınırlarını aştı. Sadece talebeler değil, ulema da Onun derslerine ilgi duydu. Çünkü O (r.a.) en zor meseleleri çözen, her işkali def eden olağan üstü bir zekaya sahipti. Fadl b. Musa es-Sinani Onun ders halkasını diğerleri ile mukayese ederken şunları söylemektedir: “Hicaz ve Irak’taki alimlerin derslerine devam ederdik; Ebu Hanife’nin meclisinden daha bereketli ve daha faydalı bir ders halkası yoktu.”

           İlminin bereketi fark edildikçe diğer hocaların ders halkaları küçüldü. Çünkü talebeler en ayrıntılı bilgiyi Onda buldular. Çağının tanığı bir çok alim O ders okutmaya başlayınca talebesizlikten ders okutamaz hale geldi. Kimi “İhkak-ı Hak” kabilinden “Ebu Hanife’nin ders okuttuğu bir zamanda bize ancak talebe olmak yakışır” deyip Onun ders halkasına katıldı. Kimi de hasedinden hakkında türlü iftiralar uydurup, onların tevziatı ile meşgul oldu. Hatib Bağdadi’nin “Tarih”i başta olmak üzere bazı eserlerde yer alan menfi ifadelerin çoğu, Ebu Hanife’nin (r.a.) ders okutmaya başlaması ile itibarlarını kaybeden haset sahiplerine aittir.

Fıkıh Akademisi :

             Ebu Hanife’nin (r.a.) ders takrir etmeye başladığı yıllarda İslam coğrafyasının sınırları İspanya’dan Güney Asya sahillerine kadar uzanmıştı. Farklı inanç ve kültüre ait bir çok millet İslam ülkesinin sınırları içerisinde yaşamakta idi. Bunların bir kısmı İslam’ı seçerken diğerleri “zimmi” statüsünde kendi dinlerini yaşamaya devam etti. Kûfe’nin Abbasilerin gözde şehirlerinden biri olması, devletin sınırları içerisinde yaşayan “zimmi” ve “müste’men” statülerine sahip gayri müslimleri buraya yerleşmeye ya da bura üzerinden İslam şehirlerine açılmaya sevk etti. Öyle ki Hz. Ömer’in Müslüman Arap kabilelerini yerleştirerek iskana açtığı şehir, kurulduktan bir asır sonra İslam coğrafyasındaki mezhep ve ideolojilerin bir hasılası konumuna geldi.

           İslam’ın ilerleyişi karşısında yeni stratejiler belirleme yoluna giden gayri müslimler ümmetin birliğini parçalayabilmek, mezhepler arasındaki anlayış farklılıklarını fürudan usule taşıyabilmek için Kûfe gibi büyük şehirlerde Müslüman kılığında yoğun bir faaliyet içerisine girdiler. Akşamdan sabaha kadar hadis uydurup, sabah yalan yanlış senetlerle onları tevzi ettiler. Bu yüzden Kûfe’de ders okutmak ayrı bir dikkat gerektiriyordu. Hem sorun çoktu hem de yanlış doğrunun içerisine karıştırılmıştı.  Böylesine karışık bir ortamda ders okutmaya başlayan İmam Azam (r.a.) öncelikle Hz. Ömer Efendimiz (r.a.) zamanında uygulanan şura içtihadını aktif hale getirdi. Bunun için 40 kişiden müteşekkil bir fıkıh akademisi kurdu. Akademinin üyeleri  fıkıh, hadis Kur’an ilimleri ve Arap dilinde derin ilme sahip seçkin öğrencilerden oluşmakta idi.

          Ebu Hanife’nin (r.a.) meseleleri istişare ettiği  müçtehit talebelerden bazıları şunlardır:

̵̵ Ebu Yusuf,  -Muhammed b. Hasan eş-Şeybani,   -Züfer b. Hüzeyl et-Temimi,  – Hasan b. Ziyad el-Lü’lui,  -Veki’ b. el-Cerrah,   -Abdullah b. Mübarek,  -Bişr b. Ğiyas el-Merîsi,  -Afiyet b. Yezid, -Davud et-Tai, -Yusuf b. Halid es-Semti,  -Malik b. Miğvel ve Nuh b. Ebi Meryem.

            İslam’a ve Müslümanlara karşı olan sorumluluğu Onu böyle bir akademi kurmaya yöneltti. Zira İslam toplumundaki çok kültürlü yapı, beraberinde siyasi, içtimai, iktisadi, itikadi ve de ahlaki bir çok sorun üretmişti. Devletler arası hukuktaki tıkanmışlıktan, medeni ve kazai davalarda çözüm bekleyen sorunlara kadar hayatın bütün şubelerinde Kur’an ve Sünnet’ten hareketle çözümler getirilmeliydi. Evzai, Malik b. Enes gibi geniş müktesebata sahip bir çok müçtehit vardı; fakat sorunlar bir anda çözülebilecek gibi değildi. Bu yüzden Ebu Hanife’nin dersleri ayrı bir alaka gördü. Hac mevsimi Mescid-i Haram’da oturduğunda doğu ve batıdan büyük fakihler etrafında toplanır, onlara fetva verirdi.
            Kollektif bilginin etkin olduğu akademide Ebu Hanife (r.a.) ortaya bir mesele atar öğrencilerine görüşlerini sorardı. Onlar da söz alır, görüşlerini ve delillerini serd ederlerdi. Ebu Hanife gelen itirazlara cevap verir; derken mesele olgunlaşır ve en sonunda görüşünü beyan ederdi. Mesele karara bağlanınca içeriden “Allahü Ekber” sesleri yükselirdi

Çözdüğü Meseleler:

              Ebu Hanife’nin (r.a.) fıkıh alanında çözüme kavuşturduğu meseleler beş yüz bine ulaşmaktadır(Rakkam hususunda ittifak yoktur). Bu sayı ilk planda insana mübalağa gibi görünebilir. Vakıayı doğru değerlendirebilmek için öncelikle Kûfe’nin siyasi/içtimai konumunu ve diğer müçtehitlerin yaşadığı şehirlerle münasebetini iyi bilmek gerekmektedir. Kûfe’de ise tam bir kültür ve inanç mozaiği vardı. Bunun için problemler hem sayı itibariyle çok hem de değişikti. Böyle bir ortamda beş yüz bin meselenin oluşmasını imkansız kılacak bir durum yoktur. Ayrıca Ebu Hanife’ye (r.a.) özellikle hac mevsiminde devrin fakihleri tarafından çözülemeyen problemlerin de getirildiği ve Onun sadece olmuş olaylara değil olması ihtimal dahilinde olan hadiseler (takdiri meseleler) hakkında da fetva verdiği göz önünde tutulmalıdır. beş yüz bin fetvayı Onun aktif olarak içtihat ettiği 30 yıla (H. 120-150) yayarsak her gününe 45 mesele düşmektedir. 40 müçtehitle birlikte meseleleri müzakere eden ve sabahtan yatsıya kadar bütün zamanını ilme adayan  Ebu Hanife gibi bir müçtehit için bu sayı hiç de kabarık değildir.

İçtihat Usulü:

            Ebu Hanife içtihat usulünde izlediği yolu şöyle tarif eder: Öncelikle Allah’ın Kitabı’nda olanı alırım. Onda bulamazsam Sünnet’e müracaat ederim. Kitap ve Sünnet’te bulamadığım takdirde sahabe sözüne başvururum. Onların sözlerinden dilediğimi alır dilediğimi terk ederim. Sahabenin sözünü bırakıp da başkasının sözünü almam. Fakat iş İbrahim en-Nehai, Şa’bi, İbn Sirin, Hasan Basri, Ata, Said b. Müseyyeb’e… ulaşırsa bunlar içtihat eden bir topluluktur. Ben de onlar gibi içtihat ederim. “O, meseleleri kıyas yaparak bir sonuca bağlardı. Kıyas uygun olmuyorsa “istihsan”da bulunurdu. İstihsanla da bir sonuca ulaşamadıysa Müslümanların aralarında dikkate aldıklara muameleye/örfe müracaat ederdi. Buna göre Ebu Hanife’nin (r.a.) hüküm çıkarırken kullandığı deliller şunlardır:

 Kitap, Sünnet, sahabe icmaı, sahabe kavli, kıyas, istihsan, örf ve icma.

Hanefi Mezhebinin Nakil Ve Tedvini:

           İmam Ebu Hanife, başlı başına bir kitap’telif etmemiştir. An­cak ona birtakım küçük risaleler nisbet edilmektedir. el-Fikhu’I-Ekber, el-ÂIim ve’1-Müteallim, 132 H. yılında ölen talebesi Osman el-Betti’ye yazdığı risale ile Kaderiyye görüşlerini reddetmek için kaleme aldığı risale bunlar arasındadır. Bu risalelerin hepsi kelâm ilmine, öğüt ve nasîhata dairdir. îmam A’zam, fıkha dair bir eser yazmamıştır. Onun fıkhı görüşlerini, ictihad ve fetvalarını nakle­den ve bir araya toplayan talebeleridir.

Ebu Hanîfe’nin fıkhmı ve ilmî çalışmalarını unutulmaktan kur­taran kıymetli talebeleri arasında, bilhassa, iki isme raslamaktayız. Bunlara, îslâm fıkıh tarihinde, İmam A’zam’la Uzun zaman arkadaşlık ettikleri, ondan ayrılmadıkları ve hocalarının kurmuş olduğu fıkıh ekolünü yaşattıkları için «sâhibeyn» (iki arkadaş veya iki ta­lebe) adı verilmektedir.

           İşte bunlardan birincisi Yakub b. îbrahim el Ensârî (öl. 182 H.) olup «Ebu Yusuf» diye bilinir ki, oğlu Yusuf ile künyelenmiştir. İmam Ebu Yusuf, İmam Ebu Hanîfe öldükten sonra 32 yıl daha yaşamış­tır. Ebu Yusuf’un yazmış olduğu ve Ebu Hanîfe’nin görüş ve riva­yetlerini de içine alan önemli eserleri şunlardır:

— Kitab’ul-Âsâr: Bu eseri, Ebu Yusuf un oğlu Yusuf baba­sından, o da Ebu Hanîfe’den rivayet etmiştir. Bu eserdeki senedler, Ebu Hanife’den sonra Uz. Peygamber’e, bir sahabîye veya Ebu Ha-nife’nin rivayetini benimsediği bir tabiîye dayanır. Aynı zamanda bu «serde o, Irak fakihlerinden bir çok tabiilerin fetvalarını topla­mıştır. Bu eser, Ebu Hanîfe’nin istinbat metoduna bağlı olan bir fı­kıh mecmuası duruumnda olup îmam Ebu Hanîfe’nin istinbat ve ic-tihad’daki mevkiini göstermektedir.

2 — İhtilâfu Ebî Hanîfe ve İbni Ebi Leylâ: Bu eserde Ebu Yu­suf, 148 H. tarihinde ölen Kadı İbni Ebî Leylâ ile İmam Ebu Hanîfe arasındaki ihtilâfları toplamıştır. Burada, Ebu Hanîfe’nin görüşlerinin bir müdafaası yapılmaktadır. Ebu Yusuf’un bu eserini rivayet eden Muhammed b. el-Hasen eş-Seybâni’dir.

3 — er-Reddü Alâ Siyeri’l-Evzâî: Bu değerli eserde, savaş ha­linde müslümanlarla gayri müslimler arasındaki alâka ve münase­betler ve cihadla ilgili hususlarda Evzaf ile diğerleri arasındaki ih­tilâflar yeralmaktadır. Burada Ebu Yusuf, Iraklıların görüşünü desdeklemekte ve Evzaî’nin fikirlerini reddetmektedir.

4 — Kitab’ul-Harâc: Ebu Yusuf, bu ölmez eserinde islâm devle­tinin maliyesi için değişmez ve sağlam bir nizam ortaya koymakta­dır. Burada o, hocası Ebu Hanîfe’ye muhalefet ettiği meseleleri de ele alıp hem kendi görüşünü hem de hocasının görüş ve içtihadını büyük bir samîmiyyet, ciddiyyet ve ilim adamından beklenilen bir dürüstlükle anlatır. Burada ihtilaflı olduklarını anlatmadığı hususlarda onun hocasıyla fikir birliğine sahip olduğu düşünülebilir.[1][44]

İmam A’zam’ın mezheb ve görüşlerinin yayılmasını sağlayan ikinci talebesi, Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânîdir. O, 132 H. yılında doğmuş ve 189 H. yılında ölmüştür. İmam Muhammed, Ebu Hanîfe’nin derslerine kısa bir müddet devam edebilmiştir. Fakat, Ebu Hanîfe ile başladığı tahsilini Ebu Yusuf’tan tamamlamış olup İrak fıkhının hafızı sayılır. Bütün bölümlerini içine almak üzere fık­hı tedvin eden ilk ilim adamı odur. Kendisine bu fıkhî çalışmaların­da ikinci hocası Ebu Yusuf yardımcı olmuştur. İmam Muhammed’in fıkıh mecmuaları çoktur. Fakat, fıkıh’da gerçekten ilk kaynak vazi­fesi gören eserleri şu altı kitabıdır:

1 — el-Asl (el-Mebsût)

2 — ez-Ziyâdât

3 — el-Câmi’us-Sağîr

4 — el-Câmi’ul-Kebir

5 — es-Siyer’us-Sagir

6 — es-Siyer’ul-Kebir

              İmam Muhammed bu kitaplarının bir kısmını hocası Ebu Yu­suf’la müzakere etmiş, bir kısmını da ona arzetnıiştir. «Kebir» diye vasıflandırdığı kitapları tek başına rivayet ettiği, «Sagîr »diye va­sıflandırdığı kitapları da Ebu Yusuf’a arzettiği söylenmektedir.

            Bu altı kitaba, îmam Muhammed’den açıkça rivayet edildiği için «Zâhir-i Rivaye» adı verilir. Bunlar Hanefi Mezhebinde kaynak va­zifesini görür. Özel bir tercih sebebi bulunmadıkça bu kitaplardaki görüşler terkedilmez. îmam Muhammed’in aynı derecede iki kitabı daha vardır:

1 — Kitab’ur-Redd Ala Ehl’il-Medine

2 — Kitab’ul-Âsâr

         Bunlardan ikincisi, Ebu Yusuf’un «Kitab’ul-Âsâr» ından çok şey nakleder. İmam Muhammed’in «Kitab’ur-Redd Âlâ Ehl’il-Medine» si­ni İmam Şafiî rivayet etmiştir.

İmam Muhammed’e nisbet edilen başka eserler de vardır. Fakat bunlar güvenilir râvîlerce nakil ve rivayet edilmesi bakımından ön­ceki kitaplarının derecesinde değildir. Bu kitaplar şunlardır:

1 — el-Keysâniyyât

2 — el-Hârûniyyât

3 — el-Cürcâniyyât

4 — er-Rakkıyyât

5 — Ziyâdet’Uz-Ziyâdât

Bu kitaplara «Gayri Zâhir-i Rivaye» denilir. Çünkü bunlar, İmam Muhammed’den açıkça rivayet edilmemiştir.

               Ebu Hanife (r.a.) beşyüz bin (bir rivayete göre seksen üç bin) mesele hakkında hüküm verdi. İçtihatlarıyla ümmetin önünü açtı. Olağan üstü zekası, gayreti ve ihlası onu daha henüz hayatta iken müçtehitlerin müracaat kaynağı konumuna getirdi. Asrının tanıkları onu anlatırken “Ebu Hanife’den daha alim birsini görmediklerine” vurgu yaparlardı. İmam Şafi’nin (r.a.) hocası Veki’ b. Cerrah “Ebu Hanife’den daha fakih birisi ile karşılaşmadığını” söylemişti. Bu yüzdendir ki İmam Malik çözemediği meseleleri biriktirir Medine’ye gelince Ona arz ederdi. Ameş hacca giderken Ondan kendisi için Hac menasikini yazmasını istemişti. O sadece avamın değil müçtehitlerin de imamıydı.

KAYNAKLAR

1.     Ebu Hanife,  Muhammed Ebu ZEHRA, Çev: Osman KESKİOĞLU, D.İ.B. Yayınları, Ankara 2005

2.     İslam’da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi

3.     İnkişaf Dergisi, sayı 6,

4.     Hak Söz Dergisi, Sayı: 26.

5.     İnzar dergisi 32.Sayı özel konular 1 İZZETLE DİRENİŞ VE ZAFER İMAM-I AZAM RA

6.     Köprü Dergisi, Bahar 96   [ 54. Sayı ]  Ebu Hanife (699-769)Murat Yazıcı

7.     Yeni Asya Gazetesi, 3 Eylül 2007, Süleyman KÖSMENE, İmam-ı Azamın fıkıh akademisi

 http://www.ajansahiska.com/




 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir