ALEVİLİK

Alevilik nedir, inanç kaynakları, on iki imam, yazılı kaynaklar ….


ALEVİLİK

           Dördüncü halife Hz. Ali’nin soyundan gelen, onu diğer sahâbeden ve diğer üç halîfeden üstün tutan mezhebe mensup kimse. Alevîlik düşüncesi, ister açıkça, ister gizlice, Ali’ye uyup onun Kur’an’daki nâs ve Resulullah (s.a.s.)’ın vasiyetiyle imamlığa tayin edildiğini ileri süren; imametin  onun soyundan dışarı çıkmayacağına inanan ve onu diğer sahâbeden üstün gören zümrelerin başlattığı fikir ve siyasî kavgalarla ortaya çıkan” hareketin genel adıdır.

              Bu fikir ve harekete katılanlar, Ali’ye (r.a.) uydukları ve onu, öteki sahâbîlerin önüne geçirdikleri için Alevî;  buna taraftar olanlara da ‘tarafını tutan’ anlamında “Şia” denilmiştir. Şia, Alevîliğin ifade ettiği katılıktan daha mûtedîl bir kelimedir ve İslâm âlimleri Alevîlik için Şia’dan farklı olarak ‘Râfıza’ ‘Ravâfız’ tabirlerini kullanırlar. İslâm tarihinde Hz. Peygamber’den sonra halîfe olarak Hz. Ali’yi tanıyanlara, Ali’ye mensup, inancı bakımından, Ali taraflısı anlamında “Alevî” tabiri kullanıldı. Alevîlik, halifelikte Hz. Ali’nin hakkının yendiğini, sahâbenin Hz. Peygamber’den sonra Ebû Bekr’e bey’at etmekle, İslâm’a aykırı hareket ettiği iddiasını yansıtır. Alevîler Hz. Ali’nin hilâfette hak sahibi olduğunu şu sebeplere dayandırırlar: Ali,  Hz. Peygamber’in tabii olarak varisiydi. O, İslam’ı ilk kabul eden kimsedir. Hz. Muhammed (s.a.s.)’in amcasının oğlu ve damadıdır. İslâm savaşlarının kahramanıydı. Yaşadığı sürece Hz. Muhammed’in en yakın yardımcısıydı. Onun bütün işlerine bakardı. Hz. Muhammed (s.a.s.) Ali’ye olan sevgisini ve güvenini bildirerek, onun kendisinden sonra halîfe olacağına işaret etmiştir. Bu yüzden onlar, Ebû Bekir, Ömer  ve Osman ‘ın işbaşına getirilişini batıl saydılar. Yani bunu şerîat kurallarına ve Hz. Peygamber’in sünnetine aykırı görerek bununla savaşmayı dinî bir görev kabul ettiler. Ancak, Hz. Peygamber’in, Hz. Ali hakkında söyledikleri ve Ali’nin üstünlükleri doğru olmakla birlikte, Allah Resulü benzer sözleri Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi diğer büyük Sahâbîler hakkında da söylemiştir. Üstelik, hastalandığında imamlığa Hz. Ebû Bekr’i geçirmiştir. Diğer yandan Hz. Peygamber, kendisinden sonra müslümanların başına kimin geçeceğini isim vererek belirtmeden bu dünyadan ayrılmıştır. Böyle bir hadîs olsaydı, Hz. Ebû Bekr’in halife seçildiği sırada yapılan konuşma ve müzâkerelerde bu hadîsin sözkonusu edilmesi gerekirdi. Çünkü ashâb-ı kîrâm, kendi aleyhine bile olsa, Hz. Peygamber’den işittiğini nakletmekten çekinmeyecek derecede üstün mezîyetlere sahiptir. Ancak, Allah Resulü’nün cenaze işleriyle uğraşması yüzünden, halîfe seçimi sırasında hazır bulunamayan Hz. Ali ile bu kadar önemli bir konunun istişare edilmemiş olması bir eksiklik sayılabilir. Fakat, Ensâr’ın hilâfet konusunu müzâkere etmekte olduğu topluluğa Hz. Ömer’le Hz. Ebû Bekr bile sonradan katılmıştı. Bu çok önemli meselede yanlış bir adımın atılması endişesi ve işin kısa sürede çözülmesi zarûreti, seçimin Hz. Ebû Bekir lehine yapılmasını gerekli kılmıştır. Nitekim daha sonra Hz. Ali de Ebû Bekr’e bey’at   etmiştir.

                Müslümanlar, Ehl-i Beyt denen ‘Ali ve ailesini’ öteki Ashâb-ı Kîram’dan ve Allah Resulü’nün öteki halîfelerin den ayırmadan severler. Onun ailesine yapılan haksızlığa ve zulme karşıdırlar ve tarih içinde de karşı olmuşlardır.  Şia, îtikâdî ve siyasî bir mezhep olarak kabul edilirken, Alevîlik, Hz. Ebû Bekr es-Sıddık’a (r.a.), Ömer el-Faruk’a (r.a.) ve Osman Zünnureyn (r.a.)’e ve daha pek çok ashâb-ı kirâm’a buğz ve düşmanlık taşıyan fikirlerle dolu bir tarîkat görünümündedir. Bu ifrata sebep olan Emevilerdi. Emeviler devrinde, Ömer İbn-i Abdulaziz’in hilâfetine kadar cuma hutbelerinde Ali İbn Ebî Tâlib’e (r.a.) ve ehl-i beytine hakaret edilir ve lânetler okunurdu. Onların bu yanlış hareketleri öteki müslümanları bağlamazdı. Çünkü onlar, bütün müslümanları temsil edemezlerdi. Hele hilâfet konusundaki olayları göze alarak öteki, müslümanları zalim görmek ve göstermek haksızlıktır ve hakdan sapmadır. Ne Resulullah’ın üç halifesi ne de Ashâb-ı Kirâm, Ali İbn Ebi Talib hakkında düşmanlık eseri bırakmamışlardır. Alevîlik, zaman içinde parçalanmış ve sayısı yüze varan tarîkatlara ve yollara ayrılmıştır. Ancak bunları İmam Ebu Câ’fer es-Sâdık’ın içtihatlarıyla amel eden ve müslümanlarla aralarında bir fark görmediklerini söyleyen, yeryüzünde Allah’ın hâkimiyetini istediklerini haykıran Ca’feriyye ve Zeydiye kollarına bağlı müslümanlarla karıştırmamak gerekir. Alevîlerden Gulât olanlar yani aşırı gidenler Hz. Ali’de, diğer halifelerde bulunmayan ilâhî nitelikler ve özellikler olduğuna inanıyorlar. İslâm tarihinde bu görüşü ve inancı daha da ileri götürerek, Allah’ın Ali’nin varlığında, insan suretinde görünüş alanına çıktığını, onun bir ilâh-insan olduğunu söyleyenler bile çıktı. Ali’nin mehdi olduğunu, ölmediğini ve kıyamet gününden önce çıkarak dünyada adaleti sağlayacağını öne sürdüler. Bunlar “sebeîler” dir. İslâm’da ilk dînî ayrılık hareketini teşkil eden ilk Alevîlik, Hz. Ali daha hayatta iken San’alı bir Yahudi olan İbn Sebe’nin telkini ile başlamıştır. Bundan sonra Ali’nin ve soyunun, hatta İbn Sem’an, Ebû Mansur el-İclî, Ebu’l-Hattâb, Horasanlı Ebû Müslim gibi Ali ile aile bağı bulunmayan ve sadece taraftarlık yapan birtakım yabancıların öncülük ettiği tenâsüha, ibâhaya, farzları terketmenin caiz olduğuna ve imanın, imamı bilmekten ibaret bulunduğuna inanan birçok Alevî kolları meydana çıkmıştır.

             Dağınık Alevî kollarını birleştiren Câ’fer es-Sâdık’a bir aralık gidip gelen ve inanışlarında İslâm’a aykırı şeyler bulunduğu için kovulan, İmam Câfer’in lânetlemesine uğrayan Ebî Mansur el-İclî ile Ebû’l-Hattâb’ın ekolü, “İsmâiliye” veya “Yedi İmam” mezhebini oluşturmuştur.

            Hz. Ali’nin ölümünden sonraki gelişmeler, özellikle Kerbelâ olayı Hz. Hüseyin’in şehid edilmesi, Alevî topluluğun siyasî bir görüş çevresinde toplanmasına yol açtı. Sonraları Şia (Şiîlik) adını alan ve daha çok İran’da gelişen Alevî mezhebinin özünü besleyen bu olaylar zinciri oldu. İslâm ordusunun doğuya doğru ilerlediğini gören İran, bağımsızlığını kaybedeceğini anlayınca, İslâm’ın içinde doğan ve gelişen Hz. Ali  taraftarlığını eski dîn ve siyasetleriyle kaynaştırarak benimsedi. Bundan Alevîliğin, bir başka kolu doğdu. Alevî inancı bu yeni ad altında hızla gelişti. Bu inanca, ruhun bedenden bedene geçişini (tenâsüh) kabul eden Hind inançları da yine İran etkisiyle karıştı.

Anadolu Alevîliği ise, sadece Batınîlik’in devamı değildir. Yesevî, Kalenderî, Hayderî gibi Türk tarikatlarının, Hurûfiliğin, Vücûdiyye ve Dehriyye inançlarının karıştığı, bazı Türk gelenek ve göreneklerinin ve halk şiirinin yaşadığı bir dünyadır. Onda “tenâsüh”, “hulûl”, “ibâha” ve bir çeşit “iştirak” ilkeleriyle birlikte, Türk şölenlerini andıran âyinler de görülür. XIII. yüzyılda Anadolu’nun fikir hayatında Orta Asya’dan ve Horasan’dan göçen bilgin ve mutasavvıfların derin etkileri olmuştur. Bu arada Harezm’li göçmenler, köylere varıncaya kadar Anadolu’nun dînî havasının değişmesine yol açmışlardır. Bu tarihi kökenlere dayanan Alevîlik günümüzde varlığını sürdürmektedir. Şiîlik, Bektâşîlik ve Kızılbaşlık gibi Alevî kollarının özel törenleri, toplantıları bulunmaktadır. Bu kolların hepsinde Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edildiği 10. Muharrem günü kutsal olup, matem günü kabul edilir. Şiîler o gün, özel anma törenleri düzenler, dövünür, ağlar, yakınırlar. Kızılbaş ve Bektâşîler bu günün acısını çeker, fakat dövünmezler. Alevî törenlerinin en büyüğü kadınların da katıldığı “cem âyini”dir. Bu tören cuma günleri düzenlenir. Cem âyininin küçüğüne “dernek” denir. Bu toplantılar sazlısözlü, içkili olur. Özel zikirler yapılır. Töreni yöneten dede tarafından bir sure veya ayet okunur. Ayrıca cem’âyininden başka “görgü âyini”, canlardan birinin diğerini şikâyeti hâlinde “sorgu âyini” düzenlenir. Nevrûz, hem bahar bayramı, hem de Hz. Ali’nin doğum günü sayıldığı için, genellikle kutsal kabul edilir ve törenler düzenlenir .

        Alevîlik İran’da olduğu gibi Anadolu’da da daha çok şiir ve edebiyatla yayılmıştır. Alevîlerin büyük tanıdığı yedi şair; Nesimî, Fuzûlî, Hatâî, Pîr Sultan Abdal, Kul Himmet, Yeminî ve Virânî’dir. Bunlardan Nesimî ve Fuzûlî dışındakiler tam batinîdirler.

Aleviliğin İnanç Kaynakları

                  Alevilik günümüze sözlü ve yazılı olmak üzere iki kaynaktan ulaşmıştır. Sözlü gelenek nesilden nesile aktarılan bilgi ve uygulamalar ve Dedelerin günümüze ulaştırdığı bilgiler şeklinde günümüze ulaşmıştır. eğitim kurumlarından yoksun kalan Aleviler inanç, gelenek ve kültürlerini daha çok bu yolla günümüze ulaştırmışlardır.Alevi Yol ve Erkânının günümüze ulaşmasının ikinci kaynağı ise yazılı kaynaklardır.

Esas kaynaklar; Hacı Bektaşi Veli’nin düşünceleri Yedi Ulu Ozan şiirleri Yunus Emre, Mevlana, Hallac-ı Mansur, Bedrettin vb diğer ozanlar/mutasavvıflar/alevi büyükleri Ezoterizm/Batınilik/Tasavvuf eski kültürler/kadim uygarlıklar/diğer dinler/mitoslar/vs

Yardımcı kaynaklar; Alevi dedelerinin anlattıkları Kuran-ı Kerim, Şii kaynaklı hadisler ,Sünni kaynaklı hadisler, şii hadis dışında ki kaynaklar(nehcül belag, buyruk vs)[1]

Aleviler’de İnanç Anlayışı:

                  Alevilerde inanç ve ibadet anlayışının kendine özgü yönleri bulunmaktadır. Bu anlayışın temeli biçimden çok özü esas almasına dayanır. Biçimsel anlamda ibadetin bir araç, olgun insan olmanın ise esas amaç olduğu kabul edildiğinden cemlere katılmak, oruç tutmak yetmez. Eline, diline, beline bağlı olmayan, en kutsal varlık olan insanı sevmeyen, olgunlaşmamış insanların ibadetleri de boşunadır. Bu kişiler Cem törenlerine alınmadıkları gibi toplumdan da dışlanırlar.Alevi inancının temeli Hak-Muhammed-Ali sevgisine dayanır.[2]

Temel İnançlar (Usul-u Din)

Tevhid (Allah İnancı)Hz. Ali’nin yada 12 İmamların İslami anlayışına göre, inanılması gereken birinci temel konu tevhiddir.  Tevhid,  alemde var olan herşeyi yoktan yaratan, onlara düzen veren, yada tanzim eden bir gücün varlığına inanmak, O’nu akıl ve düşünce yoluyla bulabilmek demektir. Alevi islami anlayışta, kainatı tanzim eden düzenleyen, planlayan, sistematize eden, adına ALLAH dediğimiz yaratıcıya inanmak birinci temel esas olarak kabul edilir.

Alevilikte Adl:  ADL, Allah(cc)’ın adil olduğuna herşeyi yerli yerince yarattığına inanmak demektir. Adalet geniş anlamda “HERŞEYİ YERİNDE, KARARINDA YARATMAYI (yapmayı)” ifade ederken aynı zamanda bütün yaratılmışlarıda kapsayan geniş bir muhtevaya sahiptir. Allah(cc) alemleri yaratırken, düzenlerken yada tanzim ederken yaratılanlar arasına öyle kanunlar koymuştur ki, yaratılmışların hiçbiri diğirine engel olamaz.

Alevilikte Nübüvvet: İnsanoğlu yaratıldığına ve boş yerede yaratılmadığına göre ona doğru yolu gösterecek bir eğiticiye ihtiyacı vardır. NÜBÜVVET Peygamberlere inanmak, onalrın hedeflerini tanıyıp bilmek demektir. Allah(cc) kullarına tevhidi öğretmek, toplumsal düzeni tanzim etmek, iyiliğe sevk edip kötülüklerden uzaklaştırmak ve tekamüle ulaştırmak için elçiler göndermiştir.

         İmamet İnancı: İmam kelime anlamıyla önder, lider anlamına gelir. Her peygamber Allah(cc)’ın ahkamını halka bildirmesi, halkın terbiyesini üstlenmesi, kendisinden sonra kalacaklara önderlik yapması için Allah(cc)’ın emriyle yerine geçecek olan önderi tayin eder. Bu nedenlede yeryüzü hiçbir zaman HÜCCETSİZ (Delilsiz) kalmamış olur. İmamlar On İki Kişidir:

 Bunlar şunlardır;

1-Müminlerin Emiri, Hz. İmam Ali b.Ebi Talip (as)

2-Hz.İmam Hasan Mücteba (as)

3-Şehitlerin Efendisi, Hz. İmam Hüseyin(as)

4- Hz. İmam Ali b.Hüseyin (as)

5- Hz. İmam Muhammed b.Ali (as)

6- Hz. İmam Cafer b.Muhammed (as)

7- Hz. İmam Musa b.Cafer (as)

8- Hz. İmam Ali b.Musa (as)

9- Hz. İmam Muhammed b.Ali (as)

10- Hz. İmam Ali b.Muhammed (as)

11- Hz. İmam Hasan b.Ali (as)

12- On Birinci İmam’ın oğlu olan Hz. İmam Mehdi  (as)

Ahiret İnancı: Oniki İmamların İslami anlayışlarına göre insanlar ölümlerinden sonra tekrar diriltilecekler ve yeni bir alemde yaşamaya devam edeceklerdir. Mahşer Alemi yada AHİRET alemide denilen bu alemin varolduğunu bizlere Peygamberler, İmamlar ve Alimler  aktarmıştır. Ahiret aleminin varlığını kendi aklımızla bulmak durumundayız ancak ilk aşamada Ahireti bize anlatan insanların hayatlarında hiç yalan söylememiş, güvenilir insanlar olduğunu düşünerek onların getirdikleri habirinde doğru olduğuna inanmak gerekir. Böylecede GİDİPDE GELEN VARMI? Şeklindeki cahil düşünceye ilk anda cevap verilebilir.

AyrıntılarNamaz, Oruç, Zekat, hac, humus,cihat, Emri Bil MarufNehyi Anil MünkerTevella-Teberra

Aleviliğin ve Şii İmamiyenin yazılı kaynaklarından örneklemeler

1. Ummu’l Kitab; İmam Bakır’ın(ö.734/7)  inançsal görüş düşüncelerini içeren kitap 8.yy.ın ilk yarısında yazılmıştır.

Ayrıca Ummu’l Kitab’da, günümüze ulaşmamış  dört yazılı kaynağın adı geçmekte ve bunlardan alıntılar yapıldığını görmekteyiz:

a. İmam Bakır’ın kendisine ait olduğu söylenen Daka’ik sifati’n-nur wa’l-anfus(Nur Sıfatının ve Anfus’un (Nefsin) İncelikleri(f.2)  

b. İmam Ali’ye atfedilen Kitabu’l-ikhbarat (Haberler/Hadisler Kitabı) (f. 162)

c. Yazarı bilinmeyen Kitab-i ma Ahli Beyt (Bizim Ehlibeyt Kitabımız) (f. 7)

d. Yazarı belirsiz Kitabhayi Nihani (Gizli Kitaplar) (f. 206)     

2. Mufaddal bin Umar al-Jufi as-Sayrafi , Kitab al-Haft wa’l-Azilla; İmam Cafer’in batıni görüşlerini içermektedir

3. İkhwan as Safa Risaleleri

4. Jafar Mansur el Yaman (ö.914) Kitab al-Alim wa’l Ghulam,

Ayrıca özellikle 10.yüzyıla ait başlıca İmamiye  kaynaklarının adlarını da vermemiz yerinde olacaktır. Bunlar büyük çapta İmam Cafer Sadık’ın ve sonraki İmamların batın, ve çoğuluk zahiri görüş, düşünce ve yorumlarından yararlanılarak yazılmışlardır. Hazırlayanlar Abbasi yönetimiyle ters düşmeyen ve hatta bazıları (vezirlik vs. gibi) devlet bürokrasisinde yer almış kişilerdir.

Oniki İmamcılığa ilk düşünsel ve inançsal çehresini veren yazarlar olarak,  devlet adamı Abu Sehl İsmail bin Ali en-Nevbahti (ö.923) ve aynı aileden 1) Kitab Firaku’ş-Şia’nın yazarı al-Hasan bin Musa en-Nevbahti (ö.922). Abu Cafer Muhammed Yakub al-Kolayni’nin (ö.940-41)  on altı bin yüz doksan dokuz hadisi içeren 2) Al-Usul Min al-Kafi. Şeyh al-Saduk adıyla tanınan  İbn Babeveyh’in (ö.991-92) İmamların yaşamı ve yine İmamlardan geniş biçimde sure ve hadis yorumları veren inançlar kitabı 3) Risaletu’ul İtikadat

Heresiograf Sad bin Abdullah al-Aşari al-Kummi’nin( ö.951-52) 5) Kitab al-Makalat ve’l- Firak’ı.  [3]

KAYNAKLAR

Fığlalı, E. Ruhi, “Şiîlik ve Anadolu Alevîliği Arasındaki Farklılıklar ve Benzerlikler”, Alevîler

http://www.alevibektasi.org

http://www.alevileriz.biz

http://www.alevisesi.com

http://www.alevilerbirligi.com


[1] http://www.alevilerbirligi.com/showthread.php?t=1045

[2] Ali Yaman’ “Alevilik Nedir

[3]İsmail KAYGUSUZ,  Alevi Akademisi Bilim Kurulu’nun Halka açık toplantısında yaptığı konuşma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir