BAHAiLiK-BAHAiYYE  

              Bu mezhebin kurucusu, Hicri 1252, Miladî 1820 de İran’da doğan «Mirza Ali Muhammed eş-Şirazi» dir. Bu zat, daha önce İsnaaşeriye mezhebine mensuptu. Fakat bu mezhebin sınırlarını aştı. Bu mez­hep ile  İsmailiyye mezhebinin sapık görüşlerini ve Sebeiyye fır­kasının Hulul fikrini birleştirdi. Böylece, İslâm inancından çok uzak olan karma bir mezhep ortaya koydu.

               Bâb lâkabıyla tanınan Mirza Ali Muhammed 1844 yılı Mayıs ayında insanlığa yeni bir haber getirdiğini bildirip, Bâbilik mezhebini kurdu. Devlet güçlerine başkaldırmaları sonucu Bâbilerin birçokları öldürüldü. Bâb Mirza Ali Muhammed 1850 yılının Temmuz ayında irtidat suçuyla Tebriz’de kurşuna dizildi.

             Mirza Ali, Nurani İmam’ın bilgisinin kendisine verildiği varsayı­mından hareket ettiği için, kendisine uyanlara göre, sözleri, diğer imamlarınki gibi tartışma kabul etmeyen bir hüccet, bir delil kabul ediliyordu. Bu sebeple Mirza Ali, taraftarlarından mutlak bir itaat gördü ve her söylediği kesinlikle kabul edileli.

              Mirza Ali, zamanla çok aşın gitti. «Kaybolan İmamın ilmini ak­tardığı» iddiasını ortaya attı. Hicri 260 tarihinde kaybolan imamdan bin sene sonra ortaya çıkacak Mehdi nin kendisi olduğunu iddia et­ti. Bununla da yetinmeyip, Allah’ın kendisine girdiğini, yarattıkları­na O’nun şekline bürünerek göründüğünü, Hz. Musa ile Hz. İsa’nın, âhir zamanda ortaya çıkmalarının tek yolunun, kendisi olduğunu id­dia etti. Umumi olarak inanıldığı gibi, sadece Hz. İsa’nın döneceği­ni söylemekle kalmayıp, ona Hz. Musa’yı da ilâve etti. Ve bunların tekrar geri dönmelerinin tek yolunun kendisi olduğunu iddia etti.

            Mirza Ali, bu iddialarla, kendi tesirinde kalan bir topluluk elde etti. Fakat, îmamiye mezhebine mensup olsun veya olmasın, bütün âlimler bu iddialara karşı çıktılar. Çünkü bu adamın, kendisinde var­lığını iddia ettiği hususlar, Islâmi gerçeklere ve Kur’an-ı Kerîm’in getirdiği esaslara tamamen ters düşmek’e idi.

            Fakat Mirza Ali, âlimlerin eleştirilerine kulak asmadı. Aksine, insanları onlardan nefret ettirmeye girişti. Onları, ikiyüzlülük, mad­decilik ve idarecilere yağcılıkla suçladı. Her söylediğini delilsiz ola­rak, safça kabul eden insanlar da buldu.

           Mirza Âli, kendisinde bir kısım şeylerin varlığını iddia ettikten sonra, itikadi mevzularda ve hukuki meselelerde bazı saçma düşün­celer ileri sürdü.

 İtikadı mevzularda ileri sürdüğü saçma düşünce­lerden bazıları şunlardır:

a)         Âhiret gününe, müminlerin mükâfatlandırılacakları bir cen­netin ve suçluların cezalandırılacakları bir cehennemin varlığına ve bunların, insanın hesaba çekilmesinden sonra gerçekleşeceğine inan­maması.

b)        Mirza Ali’nin, davet ettiği itikadi meselelerden biri de, ken­disinin, geçmişteki bütün peygamberlerin gerçek temsilcisi olduğu­na, ilâhî peygamberliklerin kendisinde toplandığına, bu nedenle bü­tün diğer din sahiplerinin  kendisinde birleştiğine iman etmeye çağırmasıdır.

c)         Allah’ın bizzat kendisine girdiğine inanması. Mirza Ali, Al­lah’ın, kendisine hulul ettiğini ve kendisinden sonra da başkalarına hulul edeceğini ilân etti. Böylece hululü, sadece kendi tekelinde bu­lundurmadı.

d)        Mirza Ali, Hz. Muhammed’in peygamberliğinin, son peygam­berlik olduğuna inanmaz.

e)         Mirza Ali, birlikte bulunan bazı harfleri ve harflerin, hesap­ta kullanılan rakamlarını zikrederek birçok garip iddialara girişti. Rakamların, bu adamın görüşlerine büyük tesiri vardı. Özellikle (19) rakamının ona göre ayrı ve üstün bir değeri vardı.

Hukuka ve muamelata ait bazı mevzularda, ileri sürdüğü sapık görüşlerinden bazıları da şunlardır :

a)      Mirasta ve diğer mevzularda kadını, erkekle tamamen eşit kabul ediyordu.

b)     Mirza Ali, bütün insanların eşit olduğunu söyleyerek, in­sanlar arasında cins, renk ve din bakımından ayırım yapılmaması­na davet etti. Bu görüşü, genellikle Islâmi gerçeklere uygun düşmek­tedir. Mirza Ali, bu görüşlerini «Beyan» diye adlandırdığı bir kita­bında topladı.

              Bu görüşler, genellikle, îslâmın dışına çıkan gö­rüşlerdir. Hatta İslâmın gerçek mahiyyetini tamamen inkâr mânâ­sına gelen, Abdullah İbn-i Sebe’nin, Allah’ın, Hz. Ali’ye hulul ettiği iddiasını tekrar hortlattı ki, bu iddia apaçık bir kâfirliktir. Bu sebep­le devlet, bunlara karşı çıktı. Mirza Ali ve ona tâbi olanların peşini bırakmadı. Onu, otuz yaşlarına vardığı bir dönemde 1850 tarihinde idam ettiler. Kendisini takibedenler de dağıtıldılar.

            Fakat ne yazık ki Mirza Ali, ölmeden önce «Subhi Ezel» ve «Ba­haullah» adlarında iki mürit seçmişti. Bunların her ikisi de İran’dan sürgün edilmişlerdi. Subhi Ezel, Kıbrıs’ı, Bahaullah da Edirne’yi ken­dilerine karargâh seçtiler. Bu mezhebe, Bahaullah’a izafeten «Bahailik», bazen da asıl kurucusuna izafeten «Babilik» denilmiştir.

Bahaullah’a tâbi olanlar, onun, insanlığın üstünde olduğuna ina­nıyor ve ona birçok ilâhî sıfatlar veriyorlardı.

                Bahailikteki beynelmilel anlayış ve Bahaullah’m, kendisine ilâh süsü vermesi sebebiyle Bahaullah, kitaplarını doğuda ve batıda bulu­nan bütün yöneticilere gönderdi. Kitapçıklarında, ilâhın, kendisine girdiğini iddia ediyordu. Kur’an-ı Kerîm’in surelere, ayrılması gibi, o da yazdıklarını bölümlere ayırıyor ve onlara «Sure» adını veriyordu. Bahaullah, gaybı bildiğini iddia ediyor ve gaipten haberler ver­meye çalışıyordu. Tahminlerinin bir kısmının gerçekleştiği söylene­bilir. Meselâ: III. Napolyon hükümetinin düşeceğini söylemiş, dört yıl sonra tesadüfen hükümet düşmüştü. Kendisine tâbi olanların aşırı propogandaları sebebiyle bu hadise, birçoklarının, Bahaullah’a inanmasına sebep olmuştur. Halbuki Bahaullah, III. Napolyon hükü­metinin ne zaman düşeceğini kesin olarak söylememiştir. Bu haber, Bahaullah’m bir tahminidir. Onun verdiği her haberin doğru çıktı­ğını, kendisine aşırı derecede bağlı olanlar bile iddia edememişlerdir. Bahaullah, kendisine tâbi olanları, dâvasını desteklemeleri için yabancı dil öğrenmeye teşvik etmiştir.

Bahaullah’m,   insanları davet ettiği iddialarının    en önemlileri şunlardır:

a)      a) Bütün İslâmî kayıt ve bağları   bir kenara atmak.  

b)     Bahaullah, renkleri, dinleri, ırkları ne olursa olsun, bütün insanları eşit saymayı, dâvasının özü ve cevheri kabul etmiştir.

c)      Bahaullah, aile düzenine de değindi. Bu hususta da İslâmi esaslara tamamen karşı çıktı. Çok istisnaî durumlar hariç, birden fazla evlenmeyi kaldırdı. İstisnaî durumlarda da ancak iki kadınla evlenmeye izin verdi. Boşanmayı da, iki eşin birlikte yaşamalarının mümkün olmadığı haller dışında tamamen yasakladı. Boşanan ka­dının, belli bir süre iddet bekledikten sonra, evlenebileceğini reddet­ti. Ve boşanır boşanmaz bir başkasıyla evlenebileceğini söyledi.

d)     Cenaze namazı hariç, diğer namazların cemaatle kılmamıyacağını ve yalnız olarak kılınacağına hüküm verdi.

e)      Kendisine tâbi olanlara kıble olarak «Kâbe»yi değil, kendi­sinin bulunduğu yeri tayin etti. Zira, mademki ilâh kendisine girmek­teydi, o halde ilâh nereye girerse kıble de orası olmalıydı. Bahaullah, her yer değiştirdikçe Bahailer de ona göre kıble değiştireceklerdi.

f)       Bahaiîer, İslâmın getirdiği maddi  ve manevi temizliğe do­kunmadılar. Bunları olduğu gibi kabul ettiler. Namaz için abdest al­mayı, cünüplukten, yıkanarak temizlenmeyi kabul ettiler.

g)      g) Bahailer, ilâmın, yeme içme, alış-veriş ve benzeri hususlar­da koyduğu  «Helâl»   ve   «Haramları»   tamamen  ortadan kaldırdılar. Hüküm vermede şeriatın yerine aklı koydular.

h)     Bahaullah’m ve daha Önce de hocasının, insanların mutlak eşitliğini ilân etmelerine rağmen, Bahaullah «demokrasiyi  kabul et­miyor, melikin düşürülmesine izin vermiyordu.

               Bahaullah’m, 16 Mayıs 1892 de ölümüyle, kendi dönemi sona er­di. Mezhebini devam ettirmek için yerine, «Bahânın kulu» veya «Gusn-ı âzam» «Büyük dal» diye adlandırılan oğlu Abbas Efendi geç­ti. Babasına olan samimi bağlılığından dolayı kimse ona karşı çık­madı.

              Abbas Efendi, Avrupa kültür ve medeniyetini çok iyi biliyordu. Bu nedenle babasının görüşlerini, batı düşüncesiyle bağdaşır bir şe­kilde değiştirdi. »İlâhın, şahıslara girmesi» meselesini mezhepten çı­kardı. Babası gibi harikalar gösterme iddiasında da bulunmadı.

             Abbas, batı kültürüne taraftar olduğu için, Yahudi ve Hristiyanlarca mukaddes sayılan kitapları okumaya girişti.

              Babailiğin kurucusu Mirza Ahmet, «İslâmda Reform» düşüncesiyle bu istikamette büyük adımlar atmış, arkasından gelen Bahaullah, Mirza’nın başlattığını devam ettirmiş, ondan sonra gelen Abbas Efendi ise, yıkıcılıkta üçüncü adımı atarak, sadece İslâmı terketmek-le yetinmemiş, Yahudî ve Hıristiyanların da kitaplarına yönelerek, Kur’an’ın yerine, o kitaplardan hüküm çıkarmaya çalışmıştır.

            İşte bu sebeple, Bahaîlik propogandası, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Mecusüler arasında geniş çapta yayılmış ve bu dinlerin mensup­larından birçok kimseler Babaîliğe girmişlerdir.

Abbas ve babası, çok sayıda müslümanm kendilerine tâbi olma­larından ümitlerini kestikleri için, dâvalarını diğer din mensupları­na yöneltmişlerdir. Bu sebeple, İran ve çevresinde bulunan ülkeler­deki Hristiyan, Yahudi ve Mecusilerin arasında, Bahailik çok sayı­da taraftar bulmuştur. Bahaîliğe mensup bazı insanlar, Türkistan’da kendilerine özel bir bina yapmışlar ve orada toplantılar akdetmişler­dir. Bu mezhebin mensupları, Amerika ve Avrupada da çok vardır.

              İngiltere, Almanya, İsviçre, Türkistan ve Amerika’da Bahâîlik’le ilgili yayınlar yapılmaktadır. Amerika’da iki yılda bir “Bahâî World” (Bahâî Dünyası) adıyla yayınlanan bir yıllıkları vardır.

            Avrupa, Amerika, Avustralya ve Asya’nın çeşitli ülkelerinde Rûhânî Mahfil adı verilen ve dokuz kişilik bir kuruldan oluşan Bahâî dernekleri ve toplantı merkezleri ile Washington da büyük bir mâbedleri vardır. Bahâilik, İslâm ülkelerindeki dirilişi, canlanışı önleme amacını taşımaktadır. Emperyalist Batı rejimlerinin ilgi ve desteği de bundan dolayıdır. Bahâîliğin genel merkezi İsrâil’in Hayfa kentindedir.

             Bahâîlikteki, Bab, Bahâullah, Abdülbaha, Şevki Efendi ile ilgili inanışları ve Bahâiliğin idarî yapılarının bugünkü durumu ile ilgili Bahâi Mehmet Marufi ve İlhan Sezgin’e göre Mahallî Mahfil en küçük yerleşim yerinde 21 yaşını doldurmuş dokuz Bahâînin olduğu her yerde, seçimle oluşur, Millî Mahfil, mahallî mahfil üyelerinin seçtiği dokuz kişiden oluşan ülke mahfilidir. Adalet Evi, Millî Mahfil üyelerinin seçtiği dokuz kişiden oluşur; üyeleri Hayfa’da otururlar. Bunlar Bahaullah’ın, Abdülbaha’nın ve Şevkî Efendi’nin görüşlerini değiştiremez ancak şartlara bağlı olarak kendi kararlarını değiştirilebilirler. Bugün Dünya’da 82 ülkede millî mahfil bulunmaktadır.

             Türkiye’de ise, İstanbul’da bulunan Millî Mahfil ile 62 mahallî mahfil bulunmaktadır. Türkiye’de Bahâîlerin nüfusu net değildir. Sivas’ta ise Bahâîliğe ait bir ofis ve mezarlık bulunmaktadır. Mahallî mahfîlde yaz ve kış okulları açılır. Çalışma saatlerinde kitap okunur. Siyasi olmayan işlerle uğraşılır. Bahâîlere göre, tüm Dünya’da 10 milyon Bahâî vardır. Bunların 2 milyonu aslen müslümandır. Hindistan, Afrika ve Amerika Bahâîliğin en çok yayıldığı bölgelerdir. Bahâîlere göre yayılma gücü açısından dünyada Hıristiyanlık birinci, Bahâîlik ikinci sıradadır. Şili’de ve Hindistan’da yüksek okul, İsviçre’de akademi vardır. Batı Samua Kralı Bahâî’dir. Amerika ve Almanya’da Bahâî kürsüleri vardır. Bolivya’da Nur üniversitesi vardır. Yedi yerde ana mabed vardır. Ana mabedin dokuz kapısı olup, dokuz dini temsil eder, bir çatı altında toplar. Mabette şekil, resim ve görevli yoktur, namaz kılınmaz sadece dua edilir.[1]

“TÜRKİYE’DEKİ BAHAİLER”

     Bahailik, Türkiye’de de mahfiller şeklinde örgütleniyor. Örneğin; Ortaköy mahfili, Beşiktaş mahfili, Taksim mahfili gibi… Bahailiğin Türkiye’deki tarihi Bahailiğin doğuşu ile yaşıttır. İran’dan Hz. Bahaullah ile birlikte Türkiye’ye kaçan Bahailer 1850’lerden beri Türkiye’de yaşamaktadırlar. Bu günkü bazıBahailer bu ailevi yakınlıktan dolayı Bahailiği benimsiyorlar. Bir kısmı ise sonradan Bahailiği inanç olarak seçmişler.

     Türkiye’deki Bahailer’in önemli bir kısmını İran asıllı kişiler oluşturuyor. Bunların bir kısmı İran’da iken Bahai olmuşlar ve çeşitli tarihlerde baskı v.s. nedenlerle Türkiye’ye gelmişler. Bunlardan bir kısmı ise Şiiliğin despotik yanına tepki temelinde Bahailiği seçmişler.

    Türkiye’de Bahailiği seçenlerden her etnik grup insandan Bahai var. Bahailiği seçenlerin bir kısmı, Sünni İslam’ın olumsuz uygulamalarına tepki temelinde alternatif olarak Bahailiği seçmiş. Bir kısmı, ruhsal dinginlik arama süreci içinde Bahailiğin mesajlarını kendine yakın bulup seçmiş. Bir kısmı Bahailiğin sevgi dolu, saygı dolu, dünya ile barışçıl, uyumlu özelliklerini kendine yakın bulmuş. Bir kısmı ise; semavi dinler arasındaki rekabetten rahatsız olup Bahailiğin bu dinleri birleştirici barışçı yönlerinden etkilendiğini gözlemek olası.

    Bahailik Türkiye’de bölgesel olarak; İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana gibi büyük şehirlerde ve Gaziantep, Mersin, Samsun, Eskişehir gibi gelişmekte olan kentlerin insanlarının bir kısmının ruhsal arayışına hitap eden mesajları içermesi ile kendine taraftar bulmuştur.

   Türkiye’de yaklaşık, 2-3 bin Bahai’den bahsediliyor. Her çeşit dinsel ve etnik kökenli insanındaBahailiği benimseyen kesimlerden sözetmek olası. Ama İran kökenli kişiler ve belli bir arayış içindeki Aleviler’in, çoğunluğu oluşturduğu söylenirse abartı sayılmaz.

Bahailer’deki Kutsal Günler Şunlardır:

  • 21 Mart YeniYıl, Nevruz, Oruç Bayramı.
  • 21 Nisan Hz.Bahaullah’ın emrini açıkladığı gün yani Rızvan Günü.
  • 29 Nisan Rızvan Bayramı’nın 9. günü.
  • 2 Mayıs Hz. Bab’ın emrini açıkladığı gün.
  • 29Mayıs Hz. Bahaullah’ın vefatı (1892)
  • 9 Temmuz Hz. Bab’ın şehadeti (1850)
  • 20 Ekim Hz. Bab’ın doğum günü
  • 12 Kasım Hz. Bahaullah’ın doğum günü.

[1] http://www.cumhuriyet.edu.tr/akademik/fak_ilahiyat/der62/010.htm#_ftn26, bu sitedeki 23-04-2008 tarihli BAHÂÎLİĞİN ARKA PLANI VE SÖYLEMİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME-SİVAS ÖRNEĞİ Adlı makaledeki alt bilgiye göre: Mehmet Marûfî, 1943 Tahran, Öğretim Üyesi; İlhan Sezgin, 1954, Mazgirt, Öğretim Üyesi,

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir