Nusayrîler ve Nusayrilik

Nusayrîler

             Nusayrîler, Arap kökenli Alevî Müslümanlardır. 11. İmam Hasan el-‘Askerî’den sonra onun en yetkin ve erdemli öğrencisi Muhammed b. Nusayr’ı (ö. 883) otorite kabul ettikleri için bu adı aldılar. Nusayrilerin  ataları, diğer Arap kabileleriyle birlikte gerek İslam’dan önce gerekse İslam’dan sonra Arap yarımadasının çeşitli bölgelerinden kuzeye doğru göç ettiler. Birden fazla sayıda gerçekleşen bu göçlerin sebebi iktisadi ve siyasi idi.

Bu göçlerden birincisi Hz. İsa ve Hz. Muhammed arasındaki dönemde; ikincisi Hz. Muhammed’den sonra 13/636 yılındaki İslam-Arap fetihleri döneminde ve sonrasında; üçüncüsü 5./11. yüzyılda Arap olmayan Müslümanların yaptıkları zulümler esnasında; dördüncüsü 7./13. yüzyılın başlarında Emîr Hasan bn. Mekzûn es-Sincârî döneminde; beşincisi 704/1305 yılında Kisravânî saldırısı sırasında ve sonuncusu Osmanlı padişahı Yavuz Selim’in 923/1516 yılında bölgeyi ele geçirmesi sonucunda gerçekleşmiştir. Bu toplu göçlerin yanı sıra bireylerin baskı ve zulümden kaçmak ve bu dağlarda aşiretlerinin yanında korunmak için tek başlarına yaptıkları göçler de vardır.

             Nusayriliğin kurucusu İbn Nusayr, Şiî-İmamiyyenin onuncu imamı Ali en-Nakî’nin hayatında onun tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu iddia ediyor; onun hakkında aşırı görüşler ileri sürerek tenasuhtan söz ediyordu. Onun ilahlığını söylüyor ve haramları helal kılıyordu. Bir rivayete göre de, İbn Nusayr, İmamiyye’nin onbirinci imamı Hasan el-Askeri’nin (260-873) “bab”ı olduğunu ileri sürmüş ve onun vefatıyla da oğlu Muhammed b. el-Hasan’ın mehdiliğini kabul etmiştir[1]

                 Genellikle Suriye bölgesinde yayılmış bulunan Nusayriler, Karmatilerin 291 (903) yılında Suriye’yi ele geçirmesi üzerine, bir kısmı Suriye’de kalırken bir diğer kısmı ise, Antakya civarına çekildiler. Özellikle Nusayrilik Hamdanilerin Suriye’ye egemen olmasıyla bu dönemde büyük bir güç kazandılar. Zira Hamdani emirleri bu mezhebe girmiş ve yaygınlaşması için uğraşmışlardır. Selçuklular döneminde Malazgirt savaşını (463/1071) takiben de Nusayriler Antakya’yı ele geçirmişlerdi. Frankların 492 (1098) yılında bölgeyi işgal etmeleri üzerine bir süre onların hakimiyetleri altında kaldılar. Haçlı seferleri esnasında Haçlı ordularına yardım etmiş ve müslümanların aleyhinde Hristiyanlara destek olmuşlardı. Bundan dolayı Selahaddin Eyyubî tarafından cezalandırılmışlardır. Aynı şekilde Memluklular aleyhinde Moğollara yardım ettikleri için Memluklu Sultanı Baybars’tan da baskı gönnüşlerdi. Nusayriler, bölgede sırasıyla hüküm süren, Selahaddin Eyyubi, Haçlılar, İsmaililer ve Moğollar’dan sonra Yavuz Sultan Selim’in 922 (1516) yılındaki Mercidabık Zaferi ile Suriye’yi ele geçirmesi ile daha sonraki devirlerde de aynı bölgede varlıklarını sürdürürler. Nusayrilerin hemen hemen her devirde ve özellikle Osmanlı Döneminde varlıklarını sürdürmelerindeki en önemli faktör, Osmanlı Devletinin, hükmü altındaki bölgelerde her inanç ve ırktan olan kavimlere gösterdiği müsamaha anlayışı ve tavrı gösterilmektedir. Zira, Osmanlı Devleti, bu tavrını devletin bağlayıcı ve birleştirici bir felsefesi olarak telakki etmekte idi. Zaman zaman Osmanlılara karşı isyan etmelerine rağmen II. Abdülhamid onları resmen bir mezheb olarak kabul etmişti.

                Diğer bir çok itikadî fırkada olduğu gibi Nusayrilik de kendi arasında çeşitli fırkalara ayrılmıştır. Bunlar genel olarak dört kola ayrılmışlardır ki, bunlar; Haydariyye, Şimaliyye (veya Şemsiyye) Kilaziyye (veya Kameriyye) ve Gaybiyye’dir.[2] Ancak bunlar, esas itibariyle, Şimafiyye ve Kıbliyye olmak üzere iki ana kol halinde yaygınlık kazanmışlardır.

Nusayrilerin Bulundukları Yerler:

               Bugün Suriye’de çeşitli bölgelerde, Hatay, Tarsus, Adana, Fırat boyları ve Lübnan’da yaygın olarak yerleşmiş bulunan Nusayrilerin sayısı bir kısım araştırmacılara göre yaklaşık 325-400 bin kişi civarındadır. Bir kısım araştırmacılara göre ise, yalnız Hatay Bölgesi’nde yaklaşık yüz kırk dokuz bin Nusayri bulunmaktadır.

Nusayrilerin itikadi görüşlerine gelince:

                  Bunların görüşleri kısmen İslâm’dan kaynaklanmış olsa da ağırlıklı olarak batıni tevillere dayanmakta ve hatta zaman zaman hristiyan kültürünün etkisi görülmektedir. Hüseyin b. Hamdân el-Hasıbî’nin (346 veya 358/957 veya 968) Kitâbül-Mecmû’u ile önce nusayri iken daha sonra hristiyan olan Adanalı Süleyman Efendi’nin Kitâbul-Bakürati’s-Süleymaniyye fi Keşfi Esrâri’d-Diyânâti’n-Nusayriyye isimli eserleri Nusayriliğin itikadı ile ilgili önemli bilgiler ihtiva ederler.

              Bir çok itikadi fırkada gördüğümüz gibi, fırkaların görüşlerini temel bazı hususlar teşkil etmekte ve diğer görüşler bu görüşün etrafında odaklanmaktadır. Nusayrilerin görüşlerinin temelini de Hz. Alinin ilahlaştırılması teşkil etmektedir. Bundan dolayı Nusayriler Şia fırkaları arasında gulat kısmından telakki edilmektedir. Bu fırkanın bütün kollarına göre Hz. Ali mabudtur, tanrıdır. Yüce Allah için sayılan sıfat ve özellikler Hz. Ali için sayılmaktadır. O nurun nurudur, ilahi zatı itibariyle gizlidir. O manadır. Görünüşte imam olmasına rağmen, batını cihetiyle O, Allah’tır. Buna göre onların şehadet kelimesi “Ben Ali’den başka ilah bulunmadığına şehadet ederim “şeklindedir.

              Bu anlayışa göre Ali, Tanrıdır. Kendi ruhundan Muhammed’i, O da Selman-ı Farisî’yi yaratmıştır. Ali “mana”, Muhammed “isim”, Selman ise “bab”dır. Bu üçlü A(ayn), M (Mim) ve S (Sin) sembolleriyle ifade edilir. Bu üçlü sembolize sistemi Süleyman Hasbi tarafından Hristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Ruhul-Kudüs” sistemiyle açıklanır. Ayrıca Selman’dan sonra beş tane de eytam vardır ki, bunlar; Mikdad b. el-Esved (Tabiat olayları ve zelzeleyi yürütür), Ebû Zerril-Gifâril-Gifâri (Yıldızların hareketini idare eder), Abdullah b. Revâha (Canlıların hayatlarıyla uğraşır), Osman b. Maz’un (Rızık ve hastalıklarla uğraşır) ve Kanber b. Kadân ed-Devrî (Ruhları cesetlere gönderir). Bu beş eytam, aynı zamanda beş büyük yıldızdır.

               Tenasüh ve ruh göçüne inanırlar. Onlara göre, insanlar ilk kez semâvî varlıklar olarak yaratılmışlar; fakat düşüşlerinin bir sonucu olarak bu günkü şekillerini kabullenmek zorunda kalmışlardır. Sürekli tenasüh ve ruh göçü, insanların tekrar semavi varlıklara dönmesiyle son bulacaktır. Yine Hz. Ali (r.a)’in yıldızların prensi olduğunu ve güneş veya ay ile cisimlenmiş bulunduğuna inanırlar.[3]

             Kendileri Ali’nin uluhiyyetine inanmak ve onun yüceliğinin nimetine ermek şerefine ulaşan kişilerdir. Aliye inanan Nusayrilerin ruhla, hareket yoluyla yıldızlar haline dönüşerek nurlar alemine yükselir. Nusayri olmayanların ruhları ise, hayvan cesetlerine girer. Onlara göre kadınların ruhları yoktur. Şeytanlar insanların günahlarından, kadınlar da şeytanların günahlarından yaratılmışlardır. Bu bakımdan kadınlara onların mezheblerinin sırları açıklanmaz. Bu taassuplarından ötürü Fâtıma’nın ismini kullanmayıp, metinlerinde bu kelimenin müzekkeri olan Fâtır’ı kullanmayı tercih ederler. Ayrıca onlara göre, diğer halifelerle birlikte bir kısım sahabe ile Muaviye, Yezid ve Haccac da şeytanın sembolleridir ve lanetlidirler. Tanrı olarak kabul ettikleri Ali’nin bulunduğu yer konusunda iki gruba ayrılırlar. Haydariler’e göre Ali, göktedir. Güneş Muhammed’i, ay da Selman’ı temsil eder. Ali güneşte oturmaktadır. Bu yüzden bunlara “Şemsiler” de denilmektedir. İkinci kol olan Kilaziler’e göre ise Ali’nin yeri ay’dır. Bu yüzden bunlara da “Kameriler” ismi verilmektedir.

                      İslamın beş şartı ise şöyle bir tevil esasına göre anlaşılır:

1. Şehadet:  Şehadet kelimesi tekrar edilir. Sonra da “Nusayri dininden, Cundebî görüşünden, Cunbulanî tarikatından, Hasibî akidesinden, Cillî inancından, Meymunî fıkhından olduğuma şehadet ederim” şeklindeki söz söylenir.

2. Namaz: Namaz sesle yapılan bir ibadet olup, sadece duadır. Namazın başında “Ali, Muhammed ve Selman’ı yüceltiriz” demek, namazı eda etmek olarak anlaşılır. Namaz Ali’ye açılan bir kalbin niyazı olarak anlaşıldığından ferdi yapılır, ancak, bayram ve mukaddes günlerde cemaat hafinde de yapılabilmektedir. Namazdan önce abdest alınmaz. Namazın şartları beştir:

a) Beş seçkini bilmek, Bunlar; Muhammed, Fâtır, Hasan, Hüseyin ve Muhsin’dir.

b) Gülmeden ve konuşmadan dua etmek,

c) Namazı, Abbasi rengi olduğu için siyah takkesiz kılmak,

d) İbadeti başkaları görmeden gizli yapmak,

e) Namazı, “Ey Yüce, Büyük ve Arıların Efendisi Ali, bize merhamet et” diyerek bitirmek.

3. Oruç: Oruç, Resulullah’ın babası Abdullah b. Abdulmuttalib’in sessizliğini temsil eder. Buna göre Ramazan Abdullah, Kur’an Hz. Muhammed’dir. Ramazan günleri ise, Nusayrilerin kutsal kişilerini temsil eder.

4. Zekat: Zekatın manası dini öğrenmek ve aktarmaktır. Her aile malî şartlarına göre, şeyhe para vermek zorundadır. Bu zekat yerine geçer.

5. Ziyaretler: Ziyaret yerleri çok önemlidir. Buralar beyaza boyanır ve aynı zamanda ibadet yerleridir. Ziyaret yerleri ya su kenarlarında ya da ağaçlık yerlerdedir. Bu anlayışları eski Fenikelilerden kalan bir inançtır.

Nusayrilere göre kutsal kabul edilen bayram ve merasimler şunlardır:

1. Fıtr (Ramazan) 2. Adhâ (Kurban) 3. Gadîr (18 Zilhicce; Hz. Peygamberin Hz. Ali’yi imam tayin ettiğine inanılan gün) 4. Mubahale (21 Zilhicce, Necranlı Hristiyanlarla Hz. Muhammed arasındaki lânetleşme olayı) 5. Firaş (29 Zilhicce; Hz. Peygamberin Medine’ye hicret ettiği gece Hz. Ali’nin O’nun yatağına yatması) 6. Aşüre (10 Muharrem; Nusayrilere göre Hz. Hüseyin, Kerbela’da ölmemiş, Hz. İsa gibi göğe çekilmiştir). 7. 9 Rebiulevvel (Hz. Ömer’in şehid edildiği gün) 8. 15 Şaban (Selman’ın ölümü) 9. Nevruz ve Mihrican bayramları 10. 24/25 Aralık gecesi Hz. İsa’nın doğumu ve “son yemek” ayini.

Nusayriler, aslında inançlarını son derece gizli tutarlar. Öyle ki, büyük bir çoğunluğu inançların tamamı ve sırları hakkında bilgi sahibi olamazlar. Bu, ancak seçkin bir zümreye aittir. Öğretiler uzun bir üyeliğe kabul süreci içinde öğretilir. Bu, ancak uygun görülen 19 yaşına basmış erkekler için başlar. Sırlarını, başkalarına açma korkusuyla kadınlara öğretmedikleri gibi, kadınlar ayinlere de katılamazlar. Üyeliğe kabul töreni masonların üyeliğe kabul törenlerine şaşırtıcı bir biçimde benzemektedir.

Nusayrilere ait eserler/kaynaklar:

           En önemli eseri onaltı sureden oluşan Kitâbu’l-Mecmu’udur. Bu kitap Nusayriliğin kutsal kitabı olarak tanınmaktadır.

         Onların mezhebe giriş şekilleri ve görüşlerini anlatan bir diğer önemli eser, önce bir Nusayri iken Hıristiyan olan ve sonra Tarsus’ta öldürülen Adanalı Süleyman Efendi’nin yazdığı Kitâbu’l-Bakûrâti’s-Süleymâniyye fî-Keşfi Esrâri’d-Diyânet’n-Nusayriyye (Beyrut 1863) adını taşımaktadır[4]

Nusayriler (Arap Alevileri) İle İlgili Bazı Kaynaklar

·         Nusayrilik İnanç Esasları Tenasuh, Ömer ULUÇAY, Karahan Kitapevi

·         Nusayrilik(Arap Aleviliği) ve Nusayrilerde Hızır İnancı, Hüseyin TÜRK, Ütüyopya Yayınları

·         Nusayrilerin İnanç Dünyası ve Kutsal Kitabı(Çağımızda Batınilik Örneği), Abdulhamid SİNANOĞLU, Esra Yayınları

·         NUSAYRİLİK(Anadolu’nun Gizli İnancı) İnanç Sistemleri ve Kültürel Özellikleri
Hüseyin TÜRK Kaknüs Yayınları

  • NusayrîlerArap Alevîlerinin Tarihi,  Târihü’l-Aleviyyin/Lazkiye, 1924Muhammed Emîn Gâlip et-Tavî, lÇeviri: İsmail ÖzdemirChivi Yazılarıİstanbul-2004[5]
  •  

Nusayri Âlimler ve Fıkıhçılar

Nusayri  âlim ve fıkıhçıların önde gelenleri şunlardır:

Ebû Muhammed Hasan bn. Ali bn. Hüseyin bn. Şu‘be el-Harrânî: Tuhefu’l-‘ukûl ‛an âli’r-resûl (Ehlibeyt’ten Akıllara Hediye) adlı eserin sahibidir.

Ebû Muhammed Yezîd bn. Şu‘be:

Ebu’t-Tayyib Ahmed bn. Hüseyin:

Ebû Hamza el-Kettânî:

Ebû’l-Hasan Ali bn. Batta el-Halebî:

Haydar bn. Muhammed el-Katî‘î:

Abdurrahman el-Cercerî:

Ebû Zerr Sehl bn. Muhammed el-Kâtib

Anadolu Aleviliği ile farkları

             Dr. İsmail Engin’in “Hatay Nusayrilerinde Din ve Dini Algılayış” adlı çalışmasında, benzerlikler ve farklılıklar şöyle sıralanmış:

           Anadolu Aleviliğinin inanç rituellerinde Buyruk; Nusayrilerde, doğrudan Kuran- ı Kerim esastır. Ayinlerde Anadolu Aleviliğinde kadın-erkek beraberken, Nusayrilerde ayrıdır, ayin erkekler tarafından yapılır. Öte yandan Anadolu Aleviliğinde ayinin çarkları olan hizmetler (oniki hizmet) ile müzik-saz ve semah, ritueli oluştururken, bunlara Nusayrilerde rastlanmamaktadır.

          Dini lider Nusayrilerde şeyh, Anadolu Alevilerde dededir. Şeyhlik ve dedelik soydan gelir, soya dayalıdır. Alevilerin dedeleri, genelde Hacı Bektaş Veli’yi pir olarak tanır. Nusayri şeyhlerinin soyu ise, 4. İmam Zeyne’l-âbidîn’e (659-713); Alevi dedelerinin soy zinciri de genelde 4. İmam’dan başlayarak 8. İmam Ali er-Rızâ’ya (765-818) kadar dayandırılmaktadır.


[1] E.Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhebleri, s. 143

[2] Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslâm Mezhepleri, s. 185.

[3] Şerafettin Serin,    ” Ehl-i Beyt Yolunda Alevi Nusayrilerin İnancı http://www.nusayri.com/EBYANIKitabi-tenasuh.html

[4]  Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslâm Mezhepleri, s. 185.

[5] http://www.dindersiforum.com/showthread.php?tid=9474

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir