Selefîler, Hicri 4. yüzyılda ortaya çıkmışlardı. Bunlar, Hanbelî mezhebine mensup insanlardı. Bunlar, bütün görüşlerinin, Selefiye inancını canlandıran ve bu inanca ters düşen görüşlere karşı savaşan İmam Ahmed İbn-i Hanbel’e ait olduğunu iddia ederler.
Selefiye inancı Hicrî 7. yüzyılda tekrar ortaya çıkmış ve bu defa bu görüş, Şeyhül İslâm İbn-i Teymiyye tarafından ihya edilmiştir. İbn-i Teymiyye, insanları yoğun bir şekilde bu görüşü kabullenmeye davet etmiş ve zamanının gerektirdiği bazı görüşleri de Selefiye görüşüne ilave etmiştir.
Daha sonra Selefiye inancı Hicrî 12. yüzyılda Muhammed b. Abdülvahhab tarafından Arap yarımadasında yeniden ortaya çıkarılmıştır. Günümüzde de Vahhabîler, bu görüşe davet etmekte ve bir kısım İslâm âlimleri de aynı görüşleri şiddetle savunmaktadırlar. Hanbelî mezhebinde olan bu insanlar, ‘Allah’ın birliği meselesi üzerinde durmuşlar, bu meselenin kabirlerle olan ilişkisini izaha çalışmışlar ve müteşabih âyetler hakkında konuşmuşlardır. Bu akım Hicri 4. yüzyılda ortaya çıkmış ve bu görüşü benimseyenler, görüşlerinin, Ahmed İbn-i Hanbel’e ait olduğunu söylemişlerdir. İbn-i Teymiyye, metodlannı tesbit ettiği âlimlerin, İslâm inancını anlama usullerini dört kısma ayırmaktadır.
1) Filozoflar
2) Kelâmcılar, yani Mutezililer
3) Bir kısım âlimler (Matürîdî vb.)
4) Bunlardan başka dördüncü bir gurup ölimler vardır ki; bunlar, Kur’an’m hem itikadı meselelerini hem de delillerini kabul ederler. Ancak, Kur’an’m delîleriyîe beraber, aklî delillere de başvururlar.
İbn-i Teymiyye’nin, bu kısım âlimlerden Eş’ariîeri kasdettiği anlaşılıyor.[1] İbn-i Teymiyye bu ayırımı yaptıktan sonra selefin metodunun, bunlardan hiçbirisi olmadığını, çünkü itikadı meselelerin ve delillerinin ancak nasslardan alınabileceğini, selefin ise akla itimad etmediğini, zira akim, insanı saptırabilecegini, bunların, sadece nassa inandıklarını ve nassların işaret ettiği delilleri kabul ettiklerini, çünkü nassların. Peygamber (S.A.V.)’e gönderilen birer vahiy olduklarını ifade eder.
Selefîlere göre aklî metodlar, İslâmdan sonra icadedilen, sahabe ve tabiin’in kesinlikle bilmedikleri birtakım hususlardır, itikadı meseleleri anlamak için aklî prensiplerin zarurî olduklarını söylemek, selef-i salihîn’in, bu meseleleri ve delillerini hakkıyla bilmediklerini iddia etmek olur.
Seîefiler, vahdaniyet, Allah Tealâ’nm diğer sıfatları, kulun fiili, Kur’an-ı Kerîm’in mahluk olup olmadığı hususlarındaki ve Allah Tealâ’nın, yaratılanlara benzediği zannını doğuran âyetleri incelemeye girişmişlerdir.[2]
Vahdaniyet (Allah’ın birliği) :
Selefiler, vahdaniyeti, İslâmm esası kabul ederler. Tabii ki bu, şüphe götürmeyen bir gerçektir. Selefiler vahdaniyetin mânâsını, müslüman âlimlerin, üzerinde ittifak ettikleri bir şekilde açıklarlar. Diğer taraftan bunlar, İslâm âlimlerinin, vahdaniyete ters düşmediğini ittifakla belirttikleri bazı hususların, vahdaniyete ters düştüğü ididasında bulunurlar.
İbn-i Teymiyye’nirı anlattığına göre, Selefüere göre, felsefeciler, Mutezililer ve tasavvufçular hak yoldan sapmış kimselerdir.
Yine îbn-i Teymiyye’nin kanaatince, acaba haktan sapmayan Selefüerin görüşleri nelerdir?
îbn-i Teymiyye, Selefiye mezhebini, Kur’an ve hadiste zikredilen bütün sıfatları, isimleri, haberleri ve halleri kabul eden bir mezhep olarak sıfatlandırıyor.
b) Metinleri Te’vil Etmeden Olduğu Gibi Bırakma:
İbn-i Teymiyye’ye göre, en güvenceli yol, metinleri oldukları gibi bırakmaktır. Onun iddiasına göre, selem salihm’in yolu budur. Buna göre kelimeler, zahiri ve harfî mânâlarından anlaşılacaktır.
c) Kur’an-ı Kerîm’in Mahluk Olup-Olmaması:
Allah’ın sıfatları hakkındaki konuşma ve tartışmalar, meseleyi, Kur’an-ı Kerîm’in mahluk olup olmadığı konusuna çekmiştir. Daha önce de şimdi de, kendilerine «Selefîler» adını takanlar, bu meseleye dalmışlardır. Bunlar, Kur’an-ı Kerîm’in Allah kelamı olduğuna, Allah’ın bu kelamı konuştuğuna ve peygamberine vahyettiğine inanmışlardır.
Allah Tealâ’nin, yaratma ve varetmede tek oluşu.
Cebir ve ihtiyar meseleleri, burada da büyük bir tartışma konusu olmuştur. lbn-i Teymiyye, bu konuda Eş’arilere karşı çıkıyor ve açıkça onların Cebriyeci olduklarını söylüyor. îbn-i Teymiyye, Eş’arîlerin, kulun fiili ile kesbini birbirinden ayırdıklarını, fiilin, Allah tarafından yaratıldığını, “kesbin ise kula ait olduğunu söylemelerini eleştiriyor.
Âlimler bu konuda, Allah Tealâ’nm yaptığı işlerin sebebi bulunup bulunmadığı hususunu tartışmışlardır. Allah Tealâ, yaptıklarını ve yarattıklarını, herhangi bir sebep olmadan mı meydana getirir, yoksa bir sebep düşünülebilir mi?
Eş’ariler, Allah Tealâ’nın, varlıkları herhangi bir sebepten dolayı yaratmadığını, aksi takdirde, O’nun iradesinin, kayıt ve şartlarla sınırlanacağını, halbuki Allah’ın, herşeyin yaratıcısı ve her şeyin üstünde olduğunu, «Yaptıklarından sorguya çekilemiyeceğini, kulların ise hesap vereceğini.»[3] söylemişlerdir.
İkinci bir görüş olan, Matüridî’nin görüşünde ise; Allah Tealâ, yarattığı varlıkları, emrettiği hükümleri ve yasakladığı hususları mutlaka güzel bir hikmete göre yapmıştır.
İbn-i Teymiyye bu son görüşün, Selefin görüşü olduğunu savunarak şöyle der: «Müslümanların da, müslüman olmayanların da görüşü budur. Ebu Hanife’nin, Malik’in, Şafii’nin, Ahmed îbn-i Hanbel’in ve diğerlerinin taraftarlarından bir kısım âlimlerin ve ilm-i kelâm âlimlerinin bazılarının görüşü de budur.»
11-İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/232-235.