MUTEZİLE

                     Emeviler döneminde ortaya çıkmış, fakat   Abbasîler dö­neminde uzun bir zaman İslâm düşünce âlemini işgal etmiştir. Bazılarına göre bu mezhep Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan’ın, hila­feti bırakıp, Hz. Muaviye’ye devretmesi üzerine Hz. Ali taraftarların­dan bir gurubun siyaseti bırakarak kendilerini itikadı meselelere ver­meleri sırasında ortaya çıkmıştır. Âlimlerin çoğunluğuna göre ise, Mutezile fırkasının başı, Vâsıl b. Ata’dır. Vâsıl b. Ata, Hasan-ı Basri’nin ilmî sohbetlerinde hazır bulunurdu. Bir gün, daha sonra asırlar boyu insanların zihnini meş­gul eden -Büyük günah işleyenin durumu- meselesi ortaya çıktı. Vâ­sıl b. Ata, Hasan-ı Basri’ye muhalefet ederek, «Ben, büyük günah işleyenin, kesinlikle mümin olmadığını, müminlikle kâfirlik arasında bir derecede «Elmenziletu beynel menzileteyn» bulunduğunu söylü­yorum.» dedi. Ve Hasan-ı Basrî’nin meclisinden ayrıldı, camide ken­disine başka bir meclis kurdu.[1] Mutezilüere göre, mezhepleri, Vâsıl b. Atadan çok evveldir. On­lar, ehl-i beyt’ten çoklarını kendi mezheplerinin mensubu sayarlar.

Bu fırkaya, neden «Mutezile» adı verilmiştir? Bunun cevabı ih­tilaflıdır. Mutezililerin, Hz. Ali (R.A.)’nin ordusunun içinde türediklerini, daha sonra da siyasetten ayrıldıklarını ileri sürenlere göre -Mutezil adı bunların, ortaya çıkış şekillerinden alınmıştır. Mu­tezililerin, Hasan-ı Basri’nin meclisinden ayrıldıklarını ileri süren görüşe göre de «Mutezile» adı yine bunların ortaya çıkış şekillerin­den alınmıştır.

Bazı misyonerlere göre ise, bunlara «Mutezile» denmesinin se­bebi, bunların takva sahibi, dünyaya önem vermeyen, hayatın zevk­lerini terkeden kişiler olmasıdır.

Mutezile Mezhebinin Mahiyeti :

              Hiçbir kimse mutezilelerdeki  beş temel prensibi bir arada kabuîlenmedikçe «Mu­tezile» ismine lâyık olamaz. Bu prensipler şunlardır: Tevhid, adalet, vaad, vaid, el-menziletu beynel  menzileteyn, emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil münker.  Mutezile, bu prensipleri birlikte kabullenen kimsedir.[2]

a-Tevhid = Allah’ı Birleme:

              Tevhid, Mutezile mezhebinin cevherini ve “düşüncelerinin esası­nı teşkil eder. Şüphesiz ki Silah Tealâ birdir, tektir. Onun, hiçbir benzeri yoktur. O, herşeyi işiten ve gö­rendir. O ne cisimdir, ne gölge, ne bedendir, ne suret, ne kandır, ne de et. O, bir şahıs değildir. O, ne cevherdir ne ârâz. O’nun ne rengi vardır, ne tadı, ne kokusu vardır, ne de elle tutulabilecek şekli.O ne sıcaktır ne soğuk, ne yaştır ne de kuru.

b-Adalet:

             Adalet şu demektir: Allah Tealâ bozgunculuğu sevmez. Kulların fiilini O yaratmaz. Kullar. Al­lah’ın, kendilerine verdiği bir güçle, emredilen veya yasaklanan şe­yi yaparlar. Allah, ancak dilediğini emreder ve ancak, sevmediğini yasaklar. Allah, emrettiği her iyiliğin mükâfatını üzerine almıştır. Yasakladığı her kötülükten ise beridir. Kullarını, güçlerinin yet­mediği hiçbirşeyle sorumlu tutmaz. Onlar için, güçlerinin yetmediği birşeyi dilemez. Herkes, herhangi bir şeyi ancak, Allah’ın kendisine vermiş olduğu güçle alabilir veya bırakabilir. Kullardaki gücün asıl sahibi kullar değil Allah’tır. Dilerse o gücü yok eder. Yine dilerse, kullarını zorla kendisine itaat ettirir. Ve onları zorla günahlardan uzaklaştırır. Fakat, Allah bunu yapmaz. Çünkü böyle yapmak, imti­hanı kaldırmak ve zorlukları gidermektir.»

c-Va’d ve Vaîd = Vaad ve Korkutma

            Mutezililer, vaad ve vaidin, mutlaka gerçekleşeceğine inanırlar. Allah Tealâ’nm vaadettiği sevap ve korkuttuğu ceza, mutlaka ger­çekleşeceği gibi, samimi tevbeyi kabul edeceğine dair olan vaadi de mutlaka gerçekleşecektir. Bu sebeple, iyilikte bulunan iyilikler mükâ­fatlandırılacak, kötülük yapan ise kötülüğün karşılığı olarak, can yakıcı bir azapla cezalandırılacaktır. Tevbesiz büyük günahlar af­fedilmeyeceği gibi, iyi amel işleyen de sevabından mahrum edilme­yecektir.[3]

d-Elmenziletu Beynel Menzileteyn (İmanla İnkâr Arasında Bir Derece)

            Vâsıl b. Âtâ demiştir ki: «îman, iyi meziyetlerden ibarettir. Bu meziyetlerin birlikte bulunduğu kişi­ye «mümin’» denir. Ve bu isim onu övme mahiyetindedir. Yoldan çı­kan fâsık ise, hayırlı meziyetler kendisinde bulunmadığı için, övü­lecek bir isme lâyık olmaz ve kendisine «mümin» denilemez. Bu kim­seye «kâfir» de denilemez. Çünkü bu kişi, kelime-i şehadet getirmek­te ve daha başka hayırlı ameller de işlemektedir. Bunun bu yaptık­larını inkâr etmek mümkün değildir. Ne var ki böyle bir insan, tev-be etmeden dünyadan ayrılırsa, ebedî olarak cehennemde kalacak­tır. Çünkü âhirette iki fırka insan vardır. Biri cennetlik, diğeri ise cehennemliktir. Fakat böyle bir günahkâr kişinin cehennem ateşi hafifletilir.»[4]

e-Emr-i Bil Ma’ruf ve Nehy-i Anil Münker: (İyiliği Emretmek, Kötülükten Sakındırmak)

             Mutezilîler, islâm dâvasını yaymak, sapıklara doğru yolu gös­termek, müslümanların dinini bozmak için hakk ile bâtılı birbirine karıştıranların hücumlarını önlemek için, iyiliği emretme ve kötü­lüğe mâni olmanın, bütün müminler için kaçınılmaz bir vazife ol­duğuna inanmışlardır

Mutezile Mezhebinin, İtikadı Meselelerde Delil Getirme Sistemi:

Mutezilîler, inanç meselelerini ispat için delil getirirken, hakkın­da nass bulunan meseleler hariç, diğer meselelerde aklî hükümlere dayanırlardı. Her meseleyi önce aklen düşü­nürlerdi. Akim kabul ettiğini kabullenirler, akim kabul etmediğini ise terkederlerdi.

Mutezilüerin, bu şekilde aklî metoda kapılmalarına sebep şun­lardır.[5]

a) Mutezililerin, eski medeniyet ve kültürlerin kaynaştığı Irak ve Fars bölgelerinde bulunmaları.

b) Bunların, Arap soyundan olmayışları. Mutezilüerin çoğun­luğu, Arap asıllı olmayan kimselerdendi.

c) Mutezilerin  felsefî düşünceleri Arapçaya nakletmeye çalışan diğer gayr-ı müslimlerle   çok sık temasta bulunmaları sebebiyle eski filozofların görüşlerinin bunların arası­na sızmasıdır.

Mutezilenin, Bazı Görüşlerini, Yunan Felsefesi Ve Diğer Felsefelerden Alması:

                  Emevilerin son dönemlerinde ve Abbasiler devrinde Arap-İslâm düşüncesine, yavaş yavaş Hint ve Yunan felsefesi girmeye başladı. Mutezilîler, görüşlerinde bu felsefenin tesiri altmda kalmışlar, delil getirme metodlarının çoğunu bunlardan almışlardır. Yunan felsefesi, Mutezilîlerin delillerinde ve kıyaslarının önermelerinde apaçık görülmüştür.

Mutezilîleri, Yunan felsefesini incelemeye sevkeden iki sebep vardır:

a) Mutezilîler, Yunan felsefesinde aklî açlıklarını giderecek ve fikri boşluklarını dolduracak düşünceler bulmuşlar, bunlarla fikrî eğitimler yapmışlar ve kendilerini, delil ileri sürme hususunda güç­lendirmişlerdir.

b) Filozoflar ve diğerleri, bazı îslâmî prensiplere hücum edin­ce, Mutezilîier bunlara karşı çıkmışlar ve onların tartışma ve mü­nazara usullerini kullanarak cevap vermeye çalışmışlardır. Filozof­lara galip gelmek için, onlardan çok şeyler öğrenmişler ve bu yolla, gerçekten müslüman filozoflar olmuşlardır.[6]

Mutezilîlerin, İslâmı Savunmaları:

                 Mutezilîler, kendilerini dini savunmaya adamışlardır. Mu­tezilîlerin birlikte destekledikleri ve zafere ulaşması için el ele ver­dikleri beş temel prensip, kendileriyle muhalifleri arasında geçen şid­detli tartışmaların neticesinde ortaya çıkmıştır. Bunlar; tevhid inançları, Mücessime ve Müşebbihe fır­kalarına cevap vermek için ortaya çıkmıştır. Adalet prensipleri «Cüheymiye» fırkasına, «vaad» prensipleri «Mürcie» fırkasına, «Elmen-ziletu beynel menzileteyn» prensipleri ise hem «Mürcie» hem de «Ha­riciye» fırkalarına cevap vermek için ortaya çıkmıştır.’[7]

             Abbasi halifesi Mehdi döneminde, ruhların tenasühünü (ölen canlıların ruhlarının yeni doğan diğer canlılara girdiğini) iddia eden «Mukanna’ el-Horasanî» adlı bir kişi ortaya çıkmış, insanlardan, ba­zılarını kandırmış ve Maveraünnehr tarafına doğru gitmişti. Halife Mehdi, bunu bastırabilmek için büyük zorluklarla karşılaşmıştı. Bu sebeple Mehdi, zındıkların ve zındıklığın peşini bırakmamış, devlet kılıcıyla bunların kökünü kurutmak için peşlerini takibetmiştir. Fa­kat kılıç, her görüşü yok etmeye ve her mezhebi öldürmeye kadir ol­madığı için, Mehdi, bu zındıklara cevap vermek, onları delillerle sus­turmak, ortaya attıkları şüpheleri yok etmek ve sapıklıklarını orta­ya çıkarmaları için, Mutezile mezhebine mensup olanları ve benzer­lerini teşvik etmiştir. Onlar da usanmadan, yılmadan bu yolda ça­lışmışlardır.[8]

 Abbasilerin Mutezileye Yardım Edişi:

Abbasi ha­lifesi Memun, iktidara gelince, Mutezilîlerle sıkı ilişkiler kurdu, on­ları kendisine yaklaştırdı.[9] Vezirlerini ve muhafızlarım bunlardan seçti. Memun, Muteziliîerle fıkıhçılar arasında, bir görüş üzerinde ittifak etmeleri için, karşılıklı münazaralar tertipler’idi. Bu durum, Mehdi’nin ölüm tarihi olan Hicri 218 yılma kadar devam etti. Bu ta­rihte ilmi tartışmalar, tehdit ve işkencelere dönüştü. Bunun sebebi, ve planlayıcısı Memun’un veziri ve kâtibi olan Ahmed b. Ebî Dûad el-Mutezili’dir.

Şüphesiz ki bu davranış, bir düşüklüktür. Memun gibilerin, ik­tidar dönemlerinde bu hadiselerin meydana gelmesine razı olmama­ları gerekirdi. Bu davranışlarla, fıkıhçılara ve hadis âlimlerine zor­la Mutezilenin görüşü kabul ettirilmek isteniyordu.

İktidar gücü, belli görüşleri destekleyerek, insanları inançları dışındaki görüşleri kabullenmeye zorlayan bir güç değildir. Dinde zorlamanın haram olduğuna göre, insanları, dine ters düşmeyen gö­rüşlerinden zorla ayırıp özel bir görüşe sevketmek nasıl helâl sayı­labilir?

Mehdî, fıkıhçılara, Kur’an-ı Kerîm’in mahluk olduğunu zorla söyletmeye çalışıyordu. Bazı âlimler, Mehdî’nin şerrinden korkarak ve onun cezalarından çekinerek onun arzusuna uygun cevap vermişlerse de; diğer bir kısım âlimler, işkencelere, haksızlıklara ve uzun süren mahkumiyetlere katlanmışlar ve inançlarına ters düşen bir sözü söylememişlerdir.

Ayrıca Vâsık, Mutezi­lenin görüşü olan, kıyamette Allah’ın görülemiyeceği meselesini ka­bullendirmek için de zora başvurmuştur.

Abbasi halifesi Mütevekkil iktidara gelince bu musibeti ortadan kaldırmış, işleri normal seyrinde yürümeye terketmiş ve görüşleri kendi istikametlerinde yürümeye bırakmıştır. Hatta Mutezilîlere kar­şı çıkmış ve onlara iyi bir gözle bakmamıştır

Mutezilenin Münazaraları:

                  İlm-i kelâm, mutezile fırkasına mensup olanların, gerek mecusî, dualist, heva ve hevesine uyan sapıklarla gerekse, fıkıh ve hadis âlimleriyle ve İmam Eş’arî, İmam Matüridî ile yaptıkları tartışma­lardan doğmuştur. Mutezilenin, araştırma ve tartışmalardaki en belirgin özellikle­ri şunlardır.

a) Başkalarını taklitten kaçınmaları, incelemeden, delilleri de­ğerlendirmeden ve işleri ölçüp-tartmadan başkalarına kayıtsız şart­sız tâbi olmamaları.

Mutezilîler, görüş sahiplerinin şahıslarına değil görüşlere saygı gösterirlerdi. Söyleyene değil, söylenen hak söze ihtiram ederlerdi. Bu sebeple mutezilîler birbirlerini dahi taklit etmemişlerdir.

Mutyezilenin devamlı uyduğu kural şu idi. «Her mümin, dinin te­mel meselelerinde yapacağı içtihadı ne gerektiriyorsa onu yapmakla mükelleftir.»

Belki de mutezilîlerin, şu guruplara bölünmelerinin sebebi bu­dur.

Vasiliye: Bunlar, mutezile mezhebinin en önde gelen adamı olan Vâsıl b. Ata’nm görüşlerini tercih edenlerdir.

Huzeyliye: Bunlar, Hicrî ikinci yüzyılda mutezilîlerin hocalı­ğını yapan Ebul Huzeyl el-Allâf m taraftarlarıdır.

Nazzâmiye: Bunlar, Ebul Huzeyl el-Allah”ım talebesi olan İb­rahim b. Seyyar el-Nazzam’a tâbi olanlardır.

Hâitiye: Bunlar, Ahmed b. Hait’in taraftarlarıdır.

Bîşriyye: Bunlar, Bişr b. el-Mu’temir’in taraftarlarıdır.

Muammeriye: Bunlar, Muammer b. Ubbad el-Selemî’ye tâbi olanlardır.          

Mizdariye: Bunlar, «Ebu Musa» diye adlandırılan ve «Mizdar» diye lakap takılan İsa b. Subeyh’in taraftarlarıdır.

Sumâmiye: Bunlar, Sumame b. Eşres el-Numeyrî’nin tarfatarlarıdır.

Hişamiye: Bunlar, Hişam b. Ömer el-Fûtî’nin taraftarlarıdır.

Cahiziye: Bunlar, meşhur edip, Câhiz’in taraftarlarıdır. Câhiz, edipliğiyle birlikte mutezile mezhebine mensup olan âlim bir ki­şiydi.

Hayyâtiye: Bunlar, Ebul Hüseyin el-Hayyat’ın taraftarlarıdır.

Cübbaîye: Bunlar, Ebul Hasen el-Eş’arî’nin hocası ve Hicrî üçün­cü yüzyılda mutezilîlerin hocası olan Ebu Ali el-Cubbaî’nin taraftar­larıdır.

Behşemîye: Bunlar da, Cübbâîye fırkasının hocası olan Cübbâî’nin oğlu Ebu Haşini Abdüsselam’a tâbi olanlardır.

b) Mutezilîlerin özelliklerinden biri de, itikadı meseleleri ispat hususunda akla dayanmalarıdır.

c) Mutezilîler, güzel konuşma ve meseleleri iyi izah etme özel­likleriyle de seçilmişlerdir.

 Mutezilenin tartıştığı hasımları:

Mutezile fırkası;

a) Mecusî, dualist, cebriye ve bidatçılarla.

b) Fıkıh ve hadis âlimleriyle.

c) Eş’arî ve Matüridi’lerle.

Mücadele ve münazaralarda bulunmuşlardır.[10]


[1] Ebu Hanife, Muhammed Ebu Zehra,s:169

[2] Ebu Hanife, Muhammed Ebu Zehra, s:170-171

[3] İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/159.

[4] İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/159-160.

[5] Ebu Hanife, Muhammed Ebu Zehra, s:171

[6] İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/162-163.

[7]

8 Ebu Hanife, Muhammed Ebu Zehra, s:172

[9] Ebu Hanife, Muhammed Ebu Zehra, s:173

[10] Ebu Hanife, Muhammed Ebu Zehra, s:179

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir